Ziya Selçuk, panelist gibi; bir bakıyorsunuz öğretmenlere, okul müdürlerine konferans veriyor; bir bakıyorsunuz bir çalıştayda, kongrede, konferansta konuşuyor. Bu kadar çok konuşunca kaçınılmaz olarak iğnesi helezonda takılıp kalmış plak gibi kendini tekrar edip duruyor. Bu nedenle Bakan’ın konuşmasından yazı malzemesi çıkaramıyorum, haliyle yazı konusu kendisi oluyor.

Ziya Selçuk, Bakanlıkta dördüncü ayına girdi (kulağı çınlasın Hüseyin Çelik gibi) hâlâ sorun tespitinde bulunuyor! Oysa bu bizim işimiz, Abbas Güçlü’nün dediği gibi “bakan o”! Bakan olduğunu anımsatmak haddimiz olmamalı. Bakanlığında işler dünkü kadro ve yöntemlerle yürürken habire “treni kaçırdık” deyip sızlanmanın anlamı yok, yapacaksan bir şey, yap da görelim!

Milli Eğitim Bakanı’nın işini gücünü bırakıp o konferanstan bu konferansa koşuşturması, Karadenizlinin oyun devam ederken okey masasından kalkıp namaza gitmesine benziyor. Karadenizli diyorum çünkü halis hulis Karadenizli arkadaşım “Bizim orada” diye anlattı: Karadenizli taşlar dağıtılmış, taş çekme sırası tam kendine gelmişken “bir koşu gidip iki rekât namaz kılıp geleyim” diyerek masadan kalkıp camiye gidermiş. Sonraki vakte de öbürü, öbürü derken oyun ikinci güne kalırmış. Tahmin edeceğiniz gibi masada kalanlar da çay eşliğinde lakırtıyla zaman geçirirmiş. Milli Eğitim Bakanlığı’nda durum bu...

Bakan Selçuk, geçen hafta takip edebildiğim kadarıyla beş etkinlikte konuştu: Neyse ki birinde farklı bir şey söyledi: Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesinin düzenlediği Eğitim 2018 Konferansı’ndaki (EDUCCON 2018) konuşmasında aynı zamanda ilginç bulduğum bölüm şu: “Marx’ın teori ve pratiğin buluşturulması hususunda özellikle vurguladığı ‘praksis’ kavramı belki bizim için bir yön verici olabilir. Praksis iki şeyi yani teori ve pratiği buluşturmanın çok da eylemsel açıklamasını içeriyor, kendi içerisinde. Bu mesele bizim için tarihsel bir problemdi aslında.”

On yıldır, göbek adı Pedagoji ve Praksis olan, danışma kurulu üyesi “Pedagoji ve Praksis” kitabı yazmış (Peter McLaren) bir dergi çıkarırız, biri bize eğitimin sorunlarını çözebileceğini düşündüğünüz yönteminiz ne dese böyle bir cümle kuramayız! Kursak bile söylerken önce solumuza sonra sağımıza bakarız. İstihbarattan değil, düşünceyi bilinçli eyleme dönüştürmenin hakkını verememekten korkarız. Çünkü solcu biri, bir konuda düşüncesini açıkladığında, ona hemen ‘ne düşündüğünü değil, ne yaptığını anlat’ derler.

Madem bu denli büyük bir söz etti, Ziya Selçuk’u ehvenişer sayanlar adına soralım; son üç ayda ne yaptın, hangi düşünceni eyleme dönüştürdün?

Bu soru da kendimize: Ziya Selçuk, muhafazakâr biri olarak neden Marx’ı olumlu anlamda anma, sol jargona başvurma gereği duydu? Konuşma yaptığı üniversitenin havasından etkilenmiş olabilir mi! Olabilir. Çünkü Selçuk, dün Nurettin Topçu’dan bugün Marx’tan alıntı yapabilecek; üslubunu konuştuğu kitleye uydurabilen, dinleyicisinin nabzını tutabilen politikacılardan biridir aslında. Solcular da az değil! Türkiye’de ilk kez eğitimin politik bir mesele olarak ele alınmasını sağladılar. Erdoğan seçmenleri dahil halk, solcuların ne dediğine kulak kabartıyor. Selçuk’un sol literatüre başvurması, solcuları sakinleştirir mi bilinmez, ama amacın bu olduğu kesin...