AKP’nin halka ilişkiler danışmanlığını yürüten kişi ve kuruluşları kutlamak gerekiyor. Onların ustalıkları sayesinde Türkiye’de müthiş bir “demokrasi rüzgârı” esmeye başladı:

 

“12 Eylül 1980 darbesini yapan generaller yargılanıyor!”

Askeri darbeler yangılanıyorsa, demokrasinin en üst basamağına da çıkılmış demektir!

Bu sayede yine eski defterler açılıp saçılmaya başladı. Herkes 12 Eylül’de çektiklerini sesinin çıktığınca anlatıyor.

Şimdiye kadar 12 Eylül Türkiye solunu ezmek için iş başına geldiği sanılıyordu, meğer öyle değilmiş. Sağcılar da 12 Eylül’de çok çileler çekmişler.

Mümtaz’er Türköne Zaman gazetesindeki köşesinde yazmış. Hasan Cemal de okumuş, 8 Nisan 2012 tarihli Milliyet’teki köşesinde okurlarıyla paylaşmış, Türköne’nin 12 Eylül’de çektiği çileyi…

 

“İlk görüş günü Mamak’ta maruz kaldığım aşağılama… Hem de annemin gözleri önünde… Görüş kulübeleri önüne koşar adım geldik. Kıt’a dur, hazır ol-rahat komutlarını beklerken birden camın arkasından annemi görünce, heyecanlandım ve pozisyonum bozuldu.

 

Arkamda bekleyen askerin postalıyla baldırıma indirdiği tekmelerin canımı yakmadı. Ama bu an hayatımın en kütü hatırası olarak bende yer etti.”

İnsanın annesinin önünde aşağılanması çok kötü bir şey…

Hasan Cemal’in kendi kitabı “Kürtler”den yaptığı alıntı da ise Felat Cemiloğlu ve Diyarbakır Cezaevi yer alıyor.

 

“Anasını s…min, gel!”

 

“Kızını s…min gel!”

 

“Karısını s…min gel!”

İnsanları bu kodlarla çağırıyorlar.

Koğuşların önüne çıkartıp, cop sokuyorlar, sıradaki tutukluya da o copu yalatıyorlar. Yaşadığı iğrençlikten midesi bulanıp kusanlar oluyor. Yanında durana da yerdeki kusmuğu yalatıyorlar!

Cemiloğlu bir gün tek ayak üzerinde durma cezası almıştı. Yaşı nedeniyle dengesini kaybedip ayağını yere indiriyor. Vay sen misin “emre itaatsizlik” eden? Kanalizasyon kapağı kaldırılıyor, yeni ceza bildirimi yapılıyor:

 

-Ağzına bir avuç bok al ve ayağa kalk hazır ola geç ve öyle bekle!

Felat Cemiloğlu o tarihte 55 yaşındadır. Diyarbakır Cezaevinde 8 ay kalır, 18 kilo kaybettikten sonra tahliye edilir. Mahkûmiyet de almaz. Önlem olarak tutuklanmıştır, gerekli görüldüğünde de serbest bırakılmıştır.

Biri ülkücü sağcı, diğeri Kürt solcu… İkisini bir arada okuyunca insanın yüreği dayanamıyor:

 

-12 Eylül, bu sağcılara ne çileler çektirmiş?

***

Demokrasinin gaz çıkarması

İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, Başbakan Tayyip Erdoğan’dan sonra AKP Hükümet’in en fazla iz bırakan üyesi olarak tarihe geçecek gibi görünüyor.

Şahin olağanüstü derecede içten konuşuyor.

Hani derler ya: İçi dışı bir insan!

İçişleri Bakanı Şahin de öyle…

Sanat eseriyle terör arasında muhteşem bağlantılar kurabiliyor. Sonra Taksim’de yapılan “Hepiniz Ermenisizin, hepiniz piçsiniz” mitinginde barış ve kardeşlik mesajları verebiliyor.

BDP Diyarbakır milletvekili Altan Tan’ın, gösterilerde gaz kullanılması konusunda verdiği soru önergesini yanıtlarken Şahin diyor ki:

 

-Göz yaşartıcı gazın insan sağlığı üzerinde kalıcı etkisi bulunmuyor!

Bu parti (yani AKP) iktidar olmak için oy isterken hep halka yapılan zulümden yakındı. Halkın artık devletten zulüm görmeyeceğini taahhüt etti. Halka da AKP’ye oy verdi.

Zulme karşı demokrasi diyen bir partinin geldiği yeri tespit bakımından Şahin’in bu ve diğer bütün konuşmaları “tarihi” değerdedir. Hepsini bir başlık altında toplamak gerekirse, şöyle denilebilir:

 

-Demokrasinin gaz çıkartması!

***

Albay Çillioğlu’nun ölümü

Mafya gibi

Tunceli’de 1994 yılında intihar eden Albay Kazım Çillioğlu’nun intihar etmeyip öldürülmüş olduğu ortaya çıktı.

Olay 1994’ten 2012’ye kadar üzerindeki giz perdesiyle örtülü kalabilmiş!

Oysa Türkiye’de kurumlar arasında teknolojik olarak en gelişmiş konumda bulunan, en modern yöntemleri uygulayan, çağa uyum bakımından en ön sırada gelen Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde yer alan askeri savcılığın incelemeleriyle “intihar” denilerek gömülmüş!

TSK denildiğinde yukarıdaki güncel mültefit tespitler yanında bir de tarihi kökleri olan sıfatlar ve kavramlar söz konusudur. Mesela:

 

Şanlı ve fedakâr Ordumuzun seçkin bir subayı…

Kanının son damlasına kadar…

 

Bu vatan bu topraklar şehit kanlarıyla sulanmış olaraktan…

Hepsi Kazım Albay için de geçerli elbet. Ama askeri savcı niye gerçeği ortaya çıkartmak yerine onu aşağılayan bir intihar vakasını cinayeti gizleme perdesi olarak tercih ediyor?

 

Bilemiyoruz… Ama bildiğimiz bir şey var. Kurumun kendi içinde, kendi yöntemleriyle çözüp, üstünü kapattığı bir cinayet söz konusu… 

 

Bütün çalışmaları yasalarla düzenlenmiş bir kurumun böyle çalışma hakkı olabilir mi?

Son derece acımasız düzeneği olan, bu şekilde çalışan, kendi içinde her işini kendi yöntemleriyle halleden bir kurum daha var:

 

-Mafya!

 Birbirine zıt iki kutbu temsil eden iki kurumun yöntemleri aynı olabilir mi?

Bir başka soru da şu:

-18 yıl önce işlenen bir cinayeti mezardan çıkartılan kemikler üzerinden aydınlatma yeteneği kazanmış bir yargı sistemi, nasıl oluyor da bütün unsurları hayatta olan Hrant Dink Cinayeti’ni bir türlü aydınlatamıyor?