Neredeyse 30’una gelenlerin görebildikleri bir başka siyaset olmadı. Her şey daha kötüye gitti ve gidecek. Önümüz karanlık. Oy versem ne olacak vermesem ne olacak? Kararsızım. Yok yok, kararlıyım kimseye oy vermeyeceğim!

Yarın seçim ve etrafta böyle söylenenler…

Siyaset”le yatıp “siyaset”le kalkmaktan ben de bıktım. Hayatı, hayatın içindeki hikayeleri, somut sorunlarını, onları çözmek için mücadele edenleri, ağlayanları, ama illa da gülenleri yazmak istiyorum.

30’undakilerden bazıları başka bir siyaset, hatta bir başka hayat olmadığını düşünseler de, benim neslim hayatın 25-30 yıl önce başlamadığını biliyor, yarından sonra bitmeyeceğini de. Tarihin sonunun gelmediğini ve gelmeyeceğini kendi kısacık zamanımız içinde yaşayarak da görenleriz.

Mutfakçı bir arkadaşım var, Ayhan, vallahi masanızın çekmecesine de bir mutfak sığdırır, 100 m2’lik salonu da hiç sırıtmayan bir mutfakla doldurur. İşinde ne zaman bir sorunla karşılaşsa, en fazla bir dakika düşünür, o bir dakikada da meşhur mottosunu yineleyerek: Her şeyin çaresi var, ölümden başka!

Ayhan’ın henüz çaresini bulamadığı ölüm öyle çare aranması gereken bir şey değil. Onun dışındaki herşeyin çaresi aranmalı ama! Vazgeçmek yok. Yarın da yarından sonra da!

Sisifos’u bilirsiniz, hani şu bir kayayı kan ter içinde tepeye taşıyan, kaya her seferinde geri yuvarlanınca yeniden yukarı taşımaya başlayan meşhur Yunanlı. Ben onun hikâyesini tanrıların verdiği bir cezanın çekilmesi değil de bir “meydan okuyuş” olarak okuyanlardanım. Onu boşa çaba harcayan biri olarak değil, her akşam batan güneşin her sabah yeniden doğması için uğraşan biri sayarım.

Hayat 25-30 yıl önce başlamadı yarından sonra da bitmeyecek dedik ya, bırakın kendi hayatınızı binlerce yıl geriye bakın. Geriye bakın, çünkü yarından sonra yaşayacağımız hayatı şekillendirecek olan da o geçmişten ne aldığınızdır.

Efsaneler, mitolojik öyküler öylesine dinlenip geçilecek şeyler değil. 300 Spartalı örneğin, ya hikayesini okumuş ya da filmini izlemişsinizdir, o kıssadan çıkarılacak hisse yenmek yenilmek değil, yarınları şekillendirenlerin en umutsuz durumlarda bile pes etmeyip cesaret ve fedakarlıkla mücadele edenler olduğudur.

Davut ve Golyat’ın anlattığı da aynıdır. Elinde sadece bir sapan ve bir taş olan genç çoban Davut, yanında minnacık kaldığı Filistin devi Golyat’ı alt etmesinin imkansız olduğunu düşünüp kaçsaydı, kim tanırdı onu? Davut’un zafer kazanmasını sağlayan da en imkansız görünen koşullarda inancını yitirmamesi ve yeteneklerini sonuna kadar kullanarak mücadele etmesidir.

Hikâyesi bize, Altın Post’u ele geçirmenin yolunun en tehlikeli yolculukları ve aşılmaz görünen engelleri aşmayı göze almaktan geçtiğini anlatır. Aklını kullanan cesur insanlar ancak iyi bir takım çalışması yaparlarsa (örgüt) o posta ulaşabilirler!

Bunlar size çok uzak hikayelerse, açın Kurtuluş Savaşı Destanı’nı okuyun Nazım’dan. 30 Mart 1972’yi düşünün!

İyiyle kötü binlerce yıldır mücadele ediyor. Dün başlamadı, yarın da bitmeyecek. Aslolan bu mücadelede sizin nerede yer aldığınızdır. Koşullar ne olursa olsun!

Zaman, binlerce yıl önce de “Aydınlık, eşit, özgür yarınlar için boyun eğmeyerek mücadeleyi büyütmenin; iyiliği, güzelliği, sevgiyi, dayanışmayı çoğaltmak için örgütlemenin zamanı”ydı, şimdi de öyle. Yarın ve yarından sonra da öyle olacak.

Sisifos yok artık, şimdi bizim zamanlarımız. Her seferinde, kayanın geri yuvarlanmaması için ne yapmamız gerektiğini, neyi yanlış yaptığımızı düşünüp, yeniden omuzlayacağız kayayı. Ta ki onu tepede tutana kadar.

Bugün 30 Mart, yarın atacağımız oy sadece minik bir adım!