Dünya olağanüstü hızla değişse de bazı şeylerin hiç değişmediğini görmek insana güven de veriyor, bıkkınlık da!

Önce güven verenler… Tam yarım asır önce bugün, 20’li yaşlarında arkalarında silinmez izler bırakan “Üç Fidan”; Deniz, Yusuf, Hüseyin

Ve onların kendi sehpalarını tekmelerken haykırdıkları… Bugün de capcanlı ve bir kutup yıldızı gibi yol göstermeye devam ediyor.

* Tam bağımsız Türkiye. Devrimcilerin hiç çekinmeden uğruna öleceği…. Dün de öyleydi, bugün de öyle.

*Halkın mutluluğu… İşçiler, köylüler… Devrimciler, “şahsi hiçbir çıkar gözetmeden” bunun için savaşırlar. Dün de öyleydi, bugün de öyle.

*Türk ve Kürt halklarının bağımsızlığı, kardeşliği… Alevi-Sünni, Kürt-Türk demeden bu topraklarda yaşayan herkesin eşit ve özgür vatandaşlar olarak var olması. Dün de hayalimizdi bugün de.

Üç Fidan”ı asanların bıkkınlık veren değişmeyenleri her zaman bu değerlerin karşısında oldu.

İdama gönderdikleri “Üç Fidan”ı idamlarının ardından da dinle-imanla vurmaya devam ettiler. Tıpkı 6. Filo eylemlerine saldırırken yaptıkları gibi.

Oysa, öyle çok şey vardı ki arkalarından söylenebilecek: Vatan millet nutukları atanların tarihlerinde hiç olmayan “emperyalizmin askerleri ülkemizde elini kolunu sallayarak gezmesin” eylemleri… Bilimsel, laik ve çağdaş bir eğitim olsun diye üniversitelerde yaptıkları… Topraksız köylülerin hak arama mücadelesine omuz verişleri, Zap’a köprü kuruşları, işçilerle omuz omuza yürüyüşleri… Sınıfsız, sömürüsüz bir düzende Türkün Kürdün ve bu toprakların tüm halklarının eşit ve özgür yurttaşlar olarak bir arada yaşaması özlemleri…

Ama hayır, arkalarından söylenecek onca şey varken, dün de, tıpkı bugün olduğu gibi, dinsizlik, imansızlık, kitapsızlık, anarşistlik, eşkiyalıkla yaftaladılar “fidanlar”ı.

Şimdi kritik bir seçime giderken kullanılan dile baksanıza…

Memleketin kurucu partisini, onunla da yetinmeyip yanında duran milliyetçi, muhafazakar, dindar, sağ partileri, önce masanın altından HDP ile birleştirip sonra Kandil’e bağlayarak ve güya bazılarını tenzih edip Kandil’e söylermiş gibi hepsine birden saydırıyorlar: Bunların dini, ezanı, kitabı yok. Bunlar kitapsız!

Güya Kılıçdaroğlu’nun Aleviliğini dert etmezmiş gibi, her “tür”e saygı ifade ederek Alevilik üzerinden vurmak… Üzerine fark edilmeden basılan bir seccadeyi seçim meydanlarına taşımak… “Birileri seccadelerin üstüne ayakkabıyla basabilir. Eee ne yapalım. Bunları da iyi tanımak lazım. Kıblesi Kabe olmayanın artık seccadesi nereye bakar bilemem!” demek…

Siyaseti dinle yapmak, “üç fidan”ın idamından önce de vardı, bugün de var, idamlarının hemen ardından onlara vururken de vardı!

Ve siyaseti yalanla yapmak…

Fethullah Gülen’in de yazarlık yaptığı Hür Söz gazetesi “Ölümün eşiğinde dini telkini reddeden üç anarşist komünist idam edildimanşetiyle verdiği haberi, “… üç azılı komünist korkudan titriyordu ve korkudan yürüyemediyalanıyla süsledi.

Gazetelerin büyük çoğunluğu, devrimcileri halkın gözünden düşürmek için kullandıkları hiç değişmeyen din silahını kullanıp, idamların ardından ağız birliği ileİmamı kovdular”, “dini telkini reddettiler yazdılar.

Bacakları titrediği için sehpayı tekmeleyemediler yalanları eşliğinde…

O manşetlerden ve yalanlardan geriye bir şey kalmadı amaüç fidanın avukatı Halit Çelenk’in tanıklığı hala kulaklarımızda:Deniz, sehpaya çıkarıldıktan sonra ayaklarının altındaki tabureyi kendisi tekmeledi!

Onlar hiç değiştirmedikleri din ve yalan silahlarıyla saldıradursunlar, biz 6 Mayıs’tan kalanlara sarılmaya devam edeceğiz: Tam bağımsız Türkiye, şahsi hiçbir çıkar gözetmeden halkın mutluluğu ve bu topraklarda yaşayan herkesin kardeşliği!