Dünyanın en önemli film festivali olarak kabul edilen Cannes Festivali, bu yıl 71. yaşına bastı. Bu önem, gösterdiği film sayısına ya da izleyici sayısına bağlı değil. İlk kez düzenlendiği 1946 yılından bu yana dünya sinema sanatında yol gösterici olmasının, yeni eğilimlerin, yeni yaratıcıların ortaya çıktığı bir ortam oluşturmasının yanı sıra, dünya sinema pazarı üzerinde de belirleyici bir rol üstlenmesinden kaynaklanıyor. Yani, bir yanıyla sinema sanatının, öte yanıyla ticaretin ‘kabe’si…

Cannes, her zaman dünyadaki toplumsal hareketlerden, düşünce dünyasındaki yeni eğilimlerden etkilenmiş, bu olguları programına yansıtmıştır. Nitekim bu yıl da, ülkelerinden çıkışları engellenen iki yönetmenin (Rusya’dan Kirill Serebrennikov, İran’dan Jafar Panahi) filmlerini yarışma programına alarak, düşünce özgürlüğüne vurgu yapmaktan geri durmadı. Ayrımcılıktan (A.B. Shawki), göçmen çocukların dramına (Nadine Labaki) güncel siyasetin ilgi alanındaki pek çok soruna duyarlı olduğunu gösteriyordu festival. Sinemanın devrimci dinamiği Jean Luc Godard, festivalden bir özel Altın Palmiye, ‘Siyah Güç’ Spike Lee Büyük Ödül’le ayrılırken, başta Jüri Başkanı Cate Blanchette ve kadın sinemacıların - Kürt kadın gerillaların öyküsü “Güneşin Kızları”nın galasında - kadın özgürlüğünü destekleyen eylemleri festivale damgasını vurdu.

Ama festivalle toplumsal olaylar arasındaki etkileşim, hiçbir zaman 1968 yılındaki kadar güçlü olmadı. O yıl düzenlenen festival, Paris’te başlayıp Fransa’nın geneline yayılan protesto eylemlerine koşut olarak yarıda kesilmiş, ödüller verilemeden sonlandırılmıştı (Başka hiçbir yönü benzemese de, Antalya Festivali’nin de benzer bir yazgısı oldu. Onu da başka bir yazıda anlatırız).

Mayıs 68’e doğru
68 Mayıs’ı hiç kuşkusuz gökten zembille inmedi. 60’lı yıllar, pek çok ülkede toplumsal hareketliliğin arttığı, öğrenci ve işçi hareketlerinin yoğunlaştığı yıllardı. Amerikan gençliğinin Vietnam Savaşı’na ilişkin anti-militarist eylemleri, siyah lider Martin Luther King Jr.’un öldürülmesi ile yoğunlaşan ‘Sivil Haklar’ direnişi, Berkeley, Columbia üniversitelerinde başlayıp tüm ülkeye yayılan boykot ve işgaller, İtalya, İspanya, Almanya’daki üniversite işgalleri, grevler, Herbert Marcuse ve Ernst Bloch gibi düşünürlerin yapıtları ile şekillenen, Küba ve Çin’deki politik gelişmelere koşut olarak gelişen ‘Yeni Sol’ hareketi, Fransa’da da etkili oluyor, gençlik hareketleri giderek güçlenirken, işçi sınıfı ile ilişkiler kuruluyordu. Londra’dan Tokyo’ya, Prag’dan Meksiko’ya dünyanın pek çok kentinde öğrenciler ve işçiler sokaktaydı.

1789 Devrimi ve 1871 Paris Komünü’nü içeren güçlü bir devrimci geleneğe sahip olan Fransa’nın, Mayıs 68’de tüm dünyayı sarsan protesto dalgasıyla diğer ülkelerin önüne geçmesi bir rastlantı değildi elbette. “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik”ten başka bir şey istemiyordu sokaktaki insanlar. 68 ‘Prag Baharı’nın da etkisiyle FKP’den uzaklaşan, giderek radikalleşen gençler arasında anarşist ve Troçkist hareketler de yaygındı.

Sinematek direnişinden festivale
Sinema alanı da bütün bu gelişmelerden uzak kalamazdı elbette. Fitili ateşleyen, Şubat 68’de Fransız Sinematek’i kurucusu ve yönetmeni Henri Langlois’ın, Kültür Bakanı Andre Malraux tarafından görevden alınması oldu. François Truffaut, Louis Malle, Bertrand Tavernier gibi yönetmenlerin başını çektiği toplantılar, yürüyüşler Paris’in sanat ortamında heyecan yaratırken, 68 Mayıs’ının da öncülerinden biri oldu (Tıpkı, Gezi Direnişi’nin öncülleri arasında Emek Sineması direnişinin olması gibi). Tabii ki, öğrenciler ve sinemacılar yalnız değildi. 11 milyon işçi greve gitmiş, fabrika işgalleri başlamıştı.

Paris’te gösteriler sürerken, 10 Mayıs 1968’de 21. Cannes Film Festivali başladı. François Truffaut, Monica Vitti, Louis Malle, Roman Polanski, Terence Young gibi isimler Jüride yer alırken, aralarında Milos Forman, Alain Resnais gibi usta yönetmenlerin yapıtlarının da olduğu 26 film yarışmaya seçilmişti. Sinemacılar filmleri izlerken, pilli radyolarına taktıkları kulaklıklarla Paris’te olup bitenleri dinliyorlardı. 26 filmden ancak 11’i gösterilebildi. Nice’dan gelen gençler Festival Sarayı’nın önünde gösteri yapıyor, sinemacılar ne yapmaları gerektiğini tartışıyorlardı. Festivalin 8. günü Carlos Saura’nın “Peppermint Frappe” filminin gösterimi başlarken Truffaut, sinemacılar olarak gösterimin ve festivalin durdurulmasını istediklerini belirten bir konuşma yaptı. Festival yönetimi, bu talebi duymazlıktan geldi, ama Saura ve filminin oyuncusu Geraldine Chaplin sahneye fırlamış, perdenin açılmasını engellemeye çalışıyordu. Jean-Luc Godard, Claude Lelouche, Claude Berri, Costa Gavras, Jacques Rivette gibi yönetmenlerin de desteği ile direniş zafere ulaştı; Jüri de görevden çekilince, yöneticiler festivali durdurma kararı aldılar. Paris’teki sinemacılar ise ‘Sinemacılar Meclisi’ni toplayarak, bir Manifesto yayınladılar. Sonrasını, bir başka yazıya bırakalım.