“Ben bunu hep yapıyorum.” 

Böyle bir reklam vardı, yıllar önce. 

Usta sanatçı Şener Şen oynamıştı. 

Bir musluk reklamıydı. Hani şu artık her evde standart hale gelen “levyeli armatürler”in ilk çıktığı yıllarda. Şener Abi, “musluğu açıyor, kapıyor, açıyor, kapıyor...”du. 

Bugün de, kerameti kendinden (ve yandaşlarından) menkûl “Dünya Lideri” oynuyor aynı reklamda. 

O’nun oynadığı reklam filminin senaryosu ise şöyle:

“Krizi açıyorum, kapıyorum, açıyorum, kapıyorum... Kapıyorum. Kapandığında ise hem ağır bir kayba uğratıyorum ülkemi. İtibarını daha da aşağı çekiyorum. Hem ülkemin, hem de kendimin itibarını. Ama bunu, emrimdeki besleme medya ile ‘Büyük bir zafer’ diye yutturmaya çalışıyorum. Yerlerse. Yemezlerse de gargara yapsınlar. Ne yapayım abi?”

Nasıl senaryo ama? 

Yazarken, konuşurken gülümsetiyor. Belki biraz da eğlenceli geliyor. Şener Şen’in “Aç Kapa, Aç Kapa” reklamındakinden bile daha eğlenceli. 

Ama “Dünya İtibar Ligi’nde küme düşme hattının bile altına” düşmemize neden olduğu için, ortada aslında gülünecek pek bir şey yok. 

***

Geçmişte, İsrail’e karşı “One minute show” oynadıktan sonra, 10 cana malolan “Mavi Marmara efelenmesi”ne imza atıp, “Sıkı durun! Gazze’ye geliyorum” demesinin ardından neredeyse 10 yıl geçmesine rağmen bilet rezervasyonu bile yapamamasına rağmen, bir “mutabakat metni” ve adeta “Gönlümüzden koptu (ex gratis). Al sana 20 milyon” gibilerden onur kırıcı bir para (tazminat bile dedirtemedik) ödemesi ile o defteri kapatmadı mı? 

NATO’nun bundan önceki genel sekreteri Danimarkalı Rasmussen’in adaylığına sözde “over my dead body” (cesedimi çiğnemeden asla) muhalefeti sergiledikten sonra, üstelik de bu işi İslam’ın Peygamberi’ne hakaret eden karikatür üzerinden yürütüp sora pekâlâ kabullendikten sonra da, o “itibar liginde 3’er 5’er basamak” düşürmedi mi ülkemizi? 

Rahip Brunson krizinde, “Günlü saatli mühlet verip tehdit eden” Trump’a “Burası Çatladıkapı Cumhuriyeti mi lan?... (yine over my dead body – Bu can bu bedende oldukça) ” diye atarlanıp sonra, mahkeme salonunda hâkim daha kürsüye çıkmadan papazı götürecek uçağın motorları çalıştırılmadı mı? Trump, Beyaz Saray’da “Nasıl yolladın ama?...” şovları yapıp ülkemizi aşağılamadı mı? 

Deniz Yücel olayında, Fransız ve Rus “Casus(!) gazeteciler” olaylarında aynı şekilde “bir telefon kâfi” gelmedi mi utanç verici tornistanlara? 

Suriye’de yüzlerce şehit verdiğimiz operasyonlardan birinin noktasını koyan o meş’um “Don’t be a fool (Aptal olma)... Beni, ekonomini harap etmeye mecbur etme. General Mazlum (PKK komutanını kastediyor) seninle pazarlık etmeye hazır. Don’t be a tough guy (Bana racon kesme. Delikanlılık taslama) mektubunu sineye çekmedi mi? 

Sonra da o mektubu “yok sayıyoruz” diye herkesi güldüren bir açıklama ile temize çıkmaya çalışmadı mı? Uluslararası ilişkilerde (kişisel ilişkilerde bile) böylesine ağır (sadece kendisine değil, bütün bir ülkenin manevi kimliğine yapılmış) bir hakareti “yok saymak” diye bir şey olurmuş gibi. 

***

Örnekler o kadar çok ve o kadar “birbirinden ağır ve alçaltıcı” ki...

Bir köşe yazısına değil, bir haftalık yazı dizisine sığmaz.

En son da şu “Finlandiya – İsveç krizi”ni yarattı. 

Açtı krizi, kapadı krizi. 

Musluk misali. 

İlk gün söyledik: “Başka kozları masaya koyup pazarlık edeceksen anlarız. Akıllıca bir çıkış. Ama edebilecek gücün yok. Üç vakte olmasa bile, beş vakte kadar boyun eğeceğini ve her iki ülkenin de NATO’ya alınmasını onaylayacağını biliyoruz” dedik. 

Yazılarımız, TV konuşmalarımız arşivlerde duruyor. 

Musluğu da “Buram buram yenilgi kokan bir zafer” edasıyla yine kendisi kapatmak zorunda kaldı. 

Hayır... Kapatmadı. Kapattırdılar. 

Daha buradan giderken, havalimanında “Burası Çatladıkapı Cumhuriyeti değil (tercümanlar kriz geçirmiştir çevirmek için). Siz bizi AB’ye alın biz de İsveç’i NATO’ya alalım” diye racon kesmesinin ardından daha 24 (yazıileyirmidört) saat geçmeden, sanki o lafları başkası etmiş gibi, beşuş bir çehre ile el sıkıştı, hem İsveç Başbakanı Kristersson hem de NATO Genel Sekreteri Stoltenberg ile. Masada İsveç Başbakanı’nın “Havalimanında senin uçakla benim uçak yanyana duruyordu. Seninki de amma büyükmüş ya...” diye hafiften “kafa bulduğu” bile anlatılıyor. 

Ciddiyim. Tabii bu espri(!) de komik değil, çok ciddi aslında. 

Sonunda, ABD “Tabii canım. Sizi AB’de görmek isteriz...” dedi.

İsveç, “Ne iyi olur aslında ya...” diye kıs kıs güldü. 

NATO, “Aslında bizi bağlamaz ama. AB üyeliğinizi destekleriz neden olmasın...” diye bıyık altından sırıttı. 

AB, “NATO, ABD ya da İsveç’le konuştuklarınız beni bağlamaz” diye had bildirdi. 

Maastricht ve Kopenhag Kriterleri’nden, binlerce ışık yılı uzaklaşmışken. Kulağa ne hoş geldi değil mi? 

Sonuç? 

Finlandiya ve İsveç başlıklı, içinde bolca “Terör... Teröristler... Kur’an, Bayrak... Namus... Haysiyet” lafları geçen racon kesmeler? Bir anda unutuldu. 

Müteveffa Margaret Thatcher’ın bir zamanlar Avam Kamarası’nda yaptığı unutulmaz ünlü bir konuşması vardır. Bir konuda muhalefete rest çektiği... 

Şöyle demişti Rahmetli Demir Lady...

“You turn if you like. The Lady is not for turning!..*”

(Siz isterseniz U dönüşü yapabilirsiniz. Bu hanımefendinin dönmek gibi bir tavrı olamaz...)

Bizimkine uyarlarsak:

“The Gentleman is always for U turning. And it doesn’t ever bother him, even the slightest bit”

(Bu beyefendi hep U döner. Ve bu onu, zerre kadar rahatsız etmez)