Suç ve ceza arasındaki ilişkinin rayından çıktığı, bu kavramların anlamını yitirdiği şu günlerde, bunların üstüne düşünen sinema yapıtlarına göz atmakta, bu yapıtları programlarına alan festivallere sahip çıkmakta yarar var.

Adaletin terazisi dengeyi yitirince

Zor günlerden geçiyoruz. Ülkemiz bir suç cennetine dönüşürken, suç ile ceza arasındaki ilişkinin rayından çıkmasına, yargının siyasal iradenin güdümüne girmesine tanıklık ediyoruz. Suçluların elini kolunu sallayarak aramızda dolaştığı, suçsuzlar için hayali suçların yaratıldığı bir dönemin içinden geçiyoruz. Demokratik hukuk devletinin gereklerinden olan adil yargılama, ‘masumiyet karinesi’ gibi ögelerin güncel siyasetin gündeminde yeri yok artık.

Gezi Parkı, Çarşı davası gibi davalar dünya kamuoyunda endişe ile izlenirken, sanat hamisi iş insanı Osman Kavala’nın yanı sıra Selahattin Demirtaş ve diğer HDP’li siyasetçilerin tutsaklığı yıllardır sürüyor. Daha dün bir başka siyasi parti yetkilisi ‘siyasi casusluk’ suçlamasıyla tutuklandı. Yaşanan onca örnekten sonra, bunun da muhalefete gözdağı vermek için yapılmış olması ihtimali, yargıya duyulan güveni iyiden iyiye sarsıyor.


Dünyada olup bitenleri yandaş medyanın gözlükleri aracılığıyla izleyenler siyasi iktidarın söylemlerine inanabilir, ama halkın büyük çoğunluğu yargıya olan güvenini yitirmiş durumda. Vicdan ve aklın rafa kaldırıldığı, suçluların aklanıp, suçsuzların yargılanabildiği bir düzende yaşamak kolay değil. Adil bir düzende yaşamak hayalini terk etmeyeceğimize göre, bu hayalimizi gerçekleştirebilmek için neler yapabiliriz, düşünmek, tartışmak, dayanışmak zorundayız. Anayasal haklarımızı kullanıp, mitingler yapacak, düşüncelerimizi geniş kitlelerle paylaşacağız. Tiyatromuzun ustaları, Müjdat Gezen, Metin Akpınar, Genco Erkal sanal ortamındaki paylaşımları nedeniyle, ‘Cumhurbaşkanına hakaret’ suçlamasıyla yargılanırken onları yalnız bırakmayacağız…

Tabii, ara sıra nefes almaya da ihtiyacımız var. O zaman, sanata sığınacağız. Tiyatronun, sinemanın, müziğin bu ortamda varoluş savaşı verdiğini biliyoruz. Bu sanatların yaşaması için destek verirken, dünyaya farklı bakış açılarından bakmanın keyfini yaşayacağız… Film ve tiyatro festivalleri bu bağlamda çok önemli bir işlev üstleniyor. Önümüzdeki hafta İzmir’de başlayacak olan TAKSAV’ın Tiyatro Festivali 9 yaşına giriyor. Sinema alanında da iki festival başladı hafta içinde. İstanbul’da “11. Uluslararası Suç ve Ceza Filmleri Festivali”, Ankara’da “Gezici Festival”. Önümüzdeki günlerde bu festivaldeki filmleri Sinop ve Kastamonu’daki sinemaseverler de izlemek şansına kavuşacak.

SUÇ VE CEZA FİLMLERİ

Sofokles’in, Shakespeare’in tragedyalarından günümüzdeki uyarlamalarına dramatik sanatların gözde temalarından biri olmuştur ‘Suç ve Ceza’ ilişkisi. Dramatik yapının olmazsa olmazı ‘çatışma’nın somut biçimde karşımıza geldiği mahkeme ortamları beyazperdenin en sevdiği mekânlar arasındadır. Adaletin terazisinin doğru çalışmadığı durumları sorgulayan sayısız başyapıt arasından birkaçını sıralayarak başlayalım, sonra sinemamızdan örneklerle devam ederiz.

Billy Wilder’ın “Beklenmeyen Şahit”, Sidney Lumet’nin “Karar” ve “12 Öfkeli Adam” filmleri mahkeme salonlarındaki adalet arayışını anlatan etkileyici yapıtlar arasındadır. Costa Gavras’ın Yunanistan’da siyasi bir cinayeti konu alan “Z”inden Roman Polanski’nin ülkemizde “Subay ve Casus” adıyla gösterilen “İtham Ediyorum” adlı filmine, siyasetin gölgesindeki adalet mekanizmasını sergileyen nice yapıttan söz edebiliriz. Haksız yere casuslukla suçlanan Dreyfus’un yargılanmasını anlatır, Emile Zola’nın bakış açısından yola çıkarak. Andrzej Wajda “Mermer Adam”, “Demir Adam” “Danton” gibi yapıtlarında totaliter rejimlerde haksız yere mahkûm edilen bireylerin dramını anlatır. Polonya sineması bu tema üzerinde çok sayıda film üretmiştir: Krzystof Kieslowski’nin “Öldürme Üzerine Kısa Bir Film”, Ryszard Bugajski’nin “Sorgu” filmleri suç ve ceza kavramlarını tartışmaya açan güçlü yapıtlardır.

Günümüz sinemasında da bu tema gündemden düşmüyor, çünkü dünyada haksızlıkların sonu gelmiyor. İran Sineması bu temada pek çok film yaptı, yapmaya da devam ediyor. Muhammed Resulof’un “Dürüst Bir Adam”, Massoud Bakhsi’nin “Yelda: En Uzun Gece”si gibi bireylerin vicdanlarıyla ve adalet mekanizması ile hesaplaşmasını konu alan pek çok filmden söz edebiliriz. Yönetmenlerin alçak sesle de olsa adalet sistemini eleştirdiği bu filmlerin yanı sıra, sisteme radikal bir eleştiri getiren filmlerin de var olduğunu söylemek gerekir. Ama bunu ancak ülke dışına çıkmış yönetmenler yapabiliyor. Elbette Batı dünyasında da bu tema cazibesini koruyor. Geçen yıl festivallerde izlediğimiz yapıtlardan Philipp Stözl’ün “Satranç”ını, Agnieszka Holland’ın “Şarlatan”ını, Paul Schrader’in “Kumarbaz” (Card Counter)’ını, Alexey German Jr.’un “Ev Hapsi”ni henüz izlememiş olan sinemaseverlere önermek isterim.

DOSTOYEVSKİ YORUMLARI

Başyapıtı “Suç ve Ceza”da bu kavramaları sorgulayan Dostoyevski kendinden sonra gelen pek çok yazara ve yönetmene ilham kaynağı olmuştur. Sovyetler Birliği’nden 1970 yapımı Lev Kulidzhanov uyarlaması romana en sadık yapıt olsa gerek. Aki Kaurismaki’nin “Suç ve Ceza” ve “Kibritçi Kız” filmleri bu temayı özgürce yorumlayan, ustanın en sevdiğim işleri arasındadır. Woody Allen’in “Maç Sayısı” da yönetmenin Dostoyevski hayranlığının izlerini taşır. Heitor Dhalia’nın “Nina”sını izleyemedim ama sıkı bir Dostoyevski hayranı olan Zeki Demirkubuz’un “Masumiyet”, “Üçüncü Sayfa”, “Yazgı”, “İtiraf”, “Bekleme Odası” filmlerinin suç ve ceza filmleri arasında önemli bir yeri olduğunu düşünürüm. Tıpkı Yılmaz Güney’in “Baba”, Nuri Bilge Ceylan’ın “Üç Maymun” filmleri gibi.

Söz dönüp dolaşıp sinemamıza geldiğine göre, Erden Kıral’ın “Mavi Sürgün”, Yavuz Turgul’un “Eşkıya”, “Av Mevsimi” filmlerini, 2019 yapımı Faysal Soysal filmi “Ceviz Ağacı”nı anımsatıp, şu anda festivallerimizde gösterilen filmlerimize bir göz atalım yerimiz elverdiğince. ‘Suç ve Ceza Filmleri Festivali’nde üç yerli film yarışıyor. Levent Çetin’in “Ali’nin Tabiatı” adlı filmini izlemedim. Sanırım ilk kez bir festivalde gösteriliyor. Diğer ikisi ise daha önce farklı festivallerde gösterilmiş, ödüllendirilmiş filmler: Ahmet Necdet Çopur’un “Yaramaz Çocukları”nda suç ve ceza kavramlarından çok muhafazakâr aile yapısının eleştirisi var. Necip Çağla Özdemir’in “Bembeyaz”ı ise festival temasına uygun bir yapım. Adalet mekanizmasının yetersiz delil nedeniyle akladığı bir suçun vicdanlarda aklanıp aklanamayacağını sorguluyor.

adaletin-terazisi-dengeyi-yitirince-948956-1.
İki Şafak Arasında

‘Gezici Festival’ programında ise, “Bembeyaz”ın yanı sıra başka filmlerde de işledikleri suçlar cezasız kalsa da vicdanlarıyla başbaşa kaldıklarında kendilerini mahkûm eden bireyler var. Selman Nacar’ın “İki Şafak Arasında” filmi toplumumuzun muhafazakâr kesimlerinin ahlak anlayışına ilişkin bir sorgulama. İşlenen bir suçu kapatmaya çalışan bir aile ve doğrudan bir sorumluluğu olmasa da vicdanında kendini aklayamayan bir aile bireyinin suç ve ceza kavramlarına ilişkin farklı bakışlarını izliyoruz filmde. Ferit Karahan’ın “Okul Tıraşı”nda da kasıtlı olmasa da bir suç var ortada. Cezasını ancak vicdanlarda bulabilen…

Tayfun Talipoğlu’nun “Kerr”i, distopik yaklaşımı içinde toplumumuzda çokça tartışılıp, bir türlü aydınlığa kavuşturulmayan faili meçhul cinayetlere bir gönderme sanki… Ülkemizdeki festival yolculuğunu tamamlayıp vizyona çıkan Tayfun Taştan’ın “Sen Ben Lenin”i de ‘kayıplar’a, daha doğrusu devlet tarafından ‘kaybedilen’ insanlara bir gönderme. Filmdeki somut suç ise Lenin heykelinin çalınması… Bu suçun sorumlusunun kim olduğunu araştıran polisleri ve kasaba sakinlerini bize tanıtırken gerçekçi bir kara-mizah yapıtına imza atıyor Taştan. Filmin sonunda, Cansever’in “Mendilimde Kan Sesleri”ni dinlerken etkilenmemek ve Dostoyevski’nin “Suç ve Ceza”sındaki şu sözleri anımsamamak olanaksız: “İnsanı yaşatan umuttur.”