“Liyakatli kadrolar” bütçe açığını sermayeye zarar vermeden emekçi kesimlerin sırtına yıkmak üzere görevlendirilmiştir. Son 4 yılın hikayesi de operasyonu anlatır.

Ekonomiden sorumlu yeni bakan Mehmet Şimşek’in en sık kullandığı ifadelerin başında “Mali disiplin” geliyor. Kabaca bütçe denkliğini vurgulayan bu ifadeye “ortodoks iktisatçılar” bayılıyor. Çünkü denk bütçe sayesinde kamunun, piyasaya müdahale etmeyeceği varsayılıyor. Kamunun, geliri giderine denk olduğunda piyasadan borç talep etmez. Bu sayede borç vermek üzere bekleyen fonlar, kamu yerine özel kesimi finanse ederler. Aksi halde, kamu, bütçe açığını piyasadan borç arayarak kapatır. Bu durumda yatırımlar için borç almak isteyen özel sektör para bulamaz.

Yani bütçe denkliği, kamusal bir sorumluluk olarak değil, sermaye kesiminin piyasadan dışlanmaması için sağlanmalıdır. Felsefenin temelinde sermayenin selameti olunca, bütçeyi disiplinli hale getirmek de emekçi kesimlere düşer. Bu noktada “liyakatli kadrolar” dengesini kaybetmiş bütçe açığını sermayeye zarar vermeden emekçi kesimlerin sırtına yıkmak üzere görevlendirilmiştir. Son 4 yılın hikayesi de operasyonu anlatır.

Tam 4 yıl önce… 6 Temmuz 2019’da Murat Çetinkaya görevden alınmış, yerine Murat Uysal atanmıştı. Uysal yönetimindeki Merkez Bankası, faizleri hızla indirecek, dövize dönük artan talebi de rezervleri satarak dengelemeye çalışacaktı. Fakat sermaye sahiplerinin döviz cinsinden borçlu olması işleri bozuyordu. Uysal atandığında Türkiye’nin 423,8 milyar dolar dış borcu bulunuyordu. Bu borcun, yüzde 63,5’i özel kesimin, yüzde 36,5’i ise kamu kesiminin sırtındaydı. Faizler azaltılacaksa, ortaya çıkan döviz riski, sermayedarların sırtından alınmalıydı. 4 yıllık operasyonla söz konusu döviz riski halkın sırtına yıkıldı. Nasıl mı?

İLK ADIM: DÖVİZ BORÇLARINI TL’YE ÇEVİR

Böyle bir ortamda dövizin durağan olduğu eski güzel günlerde döviz cinsinden borçlanan sermaye sahiplerini bir telaş kapladı. Döviz kuru her geçen gün artarsa, döviz cinsinden borçların yükü de katlanılamaz hale gelecekti. Döviz cinsinden borçları da ödemeye kalktığınızda düşük faiz ortamında büyüme fırsatını tepiyordunuz. Herkes gaza basarken fren yapıp, borç ödemek de olmazdı. Böylece 2019’dan itibaren sermayedarlar, bankaların yolunu tuttular. Döviz cinsinden kredi borçlarını TL’ye çevirdiler. Hem de düşük faiz imkanlarıyla… Bir hokus pokusla, borçları TL’ye çevrilmiş oluyor, döviz riski bankalara transfer ediliyordu. Peki bankalar böyle bir döviz riskini omuzlarken nasıl bu kadar rahattı? Çünkü arkalarında kapı gibi Türkiye Cumhuriyeti Hazinesi vardı!

İKİNCİ ADIM: DÖVİZ RİSKİNİ HAZİNE’YE DEVRET

Doların sürekli arttığı bir ortamda hiçbir akılcı fon yöneticisi dövizle borçlanmak istemez. Bu öngörülemez bir döviz riskini sırtlanmak olacaktır ki, böyle bir ortamda önünüze bakmak zorlaşır. Kendinizden pay biçin? Böyle bir dönemde dolarla borç alır mısınız? Fakat Türkiye Cumhuriyeti Hazinesi izaha muhtaç biçimde bu süreçte dövizle borçlanmayı tercih etti. Düşük faizle kimse Hazine’ye borç vermek istemiyordu. Hazine de böylece döviz cinsinden borçlanmaya başladı. 2019’un Temmuz ayında 1,2 trilyon lira borcu olan idarenin, döviz cinsinden borç tutarı 598 milyar liraydı. Borçların yüzde 49’u döviz cinsindendi. Bu oran zaman içinde artmaya başladı. Sermayedarlar sırtlarındaki döviz riskini, bankalara yıkarken, bankalar da bu riski, Hazine’nin döviz cinsinden çıkardığı tahviller aracılığıyla Hazine’ye yıkıyordu. Daha doğrusu, Hazine gönüllü olarak piyasanın döviz riskini üstleniyordu.

ÜÇÜNCÜ ADIM: RİSKİ HALKIN SIRTINA YÜKLE

Aradan 4 yıl geçti. 4 yıl önce 423,8 milyar dolar olan Türkiye’nin dış borcu bugün 475,6 milyar dolar. Fakat sorun dış borcun artması değil, dış borcun kamunun sırtına yıkılması. 4 yıl önce dış borcun yüzde 36,5’i kamunun sırtındaydı. Bugün bu oran yüzde 50’ye çıkmış durumda. Veriye tersinden bakıldığında özel sektörün dış borç yükünün azaldığı da görülecektir. 4 yıl önce dış borcun yüzde 65,5’ini sırtlanan özel sektör, üzerindeki 15 puanlık dış borç yükünü kamunun sırtına yükledi. Kamu da buna gönüllü oldu.

Bu süreçte, kamunun döviz cinsinden borçları da katlandı. 4 yıl önce kamunun 1,2 trilyon liralık borcunun yüzde 49’u döviz cinsindendi. Bugün kamunun borcu 5,6 trilyon lira ve bu paranın 3,8 trilyon lirası yani yüzde 67’si döviz cinsinden.

4 yıl boyunca sermaye sahiplerinin döviz riskini üstelenen Hazine’nin başına geçen Mehmet Şimşek şimdi mali disiplin diyor. Başka bir ifadeyle, Hazine’nin döviz riski halka yıkılıyor. 4 yılda 5’e katlanmış kamu borcu KDV, ÖTV zamlarıyla halkın cebinden finanse ediliyor. Bunu da rasyonalite olarak pazarlıyorlar. Rasyonel olduğu kabul edilse bile özel sektörün döviz riskinin 4 yıl içinde halkın sırtına yıkılması adil midir? Adil olmayan rasyonellik, halkın faydasına mıdır?