Televizyon çok önemli bir buluş olabilir ama bana sorarsanız kapama tuşu ondan daha önemli bir buluş. O tuşu kim akıl ettiyse minnet borçluyum kendi adıma. Varlıkları sadece ekranla sınırlı kimi tiplerin uğursuz, sevimsiz, şımarık yüzlerini görmemek için dokunup onları gözümüzün önünden anında “yok etmek” büyük keyif. O nedenle kapama tuşu çağın en yararlı buluşu.

Memleketin, - nasıl bir araya getirmişlerse- , (belki de sandığım kadar zor değildir) en sevimsizlerinden oluşan bir grup, sözüm ona spor konuştukları programlarında müptezelliğin dibine vurdular biliyorsunuz. Nasıl münasebet düşürdülerse bir şefin yaptığı yemekleri “yetmiş milyonun” gözü önünde mideye indiriverdiler. Yediklerinde, içtiklerinde gözümüz yok tabii ama gözümüze soka soka yaptılar bunu. Vejateryen olduğum için benim açımdan pek bir sorun değil ancak taam ettikleri o etleri yiyen var, yemeyen var. Oburluklarını, aç gözlülüklerini seyirlik bir hale getirmeleri yaptıkları, yedikleri her haltı çok önemli bulmalarından kaynaklanıyor haliyle. Şımartılmış besili ergenler bunlar. Hepsinin de iktidara yakın oldukları biliniyor.

George Foreman büyük boksördü malum. Yemek sektörüne girdiğini duymuştum. “Yemekle her zaman ilişkim olmuştur. Ömrümün büyük kısmı onu aramakla geçti” deyişini hiç unutmadım. İnanan da inanmayan da “Allah kimseyi açlıkla terbiye etmesin” der. Foreman açlığın terbiye ettiği bir adamdı. Yemek işinden kazandıklarının bir bölümünü yoksullara dağıtması işte bu terbiye yüzündendir.

Yemeği arayıp bulduktan sonra kimi tiplerin, işi iyice şımarıklığa döktüğünü görüyoruz. Romalılar dişi domuz rahmi ya da meme ucu gibi garip yemekleri severlerdi, denir. Bu yemeklerin verildiği ziyafetlerde meme ucunun bakire bir domuza mı yoksa çocuk düşürmüş bir domuza mı ait olduğunu da konuşup tartışırlardı uzun uzun. Kolayca midemize yolladığımız her besinin, besin olarak benimsenmesi için yüzlerce yıl harcayan insanlığın bu şımarıklığı her döneme özgüdür aslında. Bu konuda tarihi ya da güncel olan diye bir ayrım yapmak zor. İşte bu obur ergenlere bakarak da anlamış oluyoruz bunu, bir kez daha.

İçlerinden sen sevimsizi, masaya konan yemeği, herhalde tanıyamadığından, ama öyle bir yemek olduğunu bildiğinden “büllük mü bu?” diye soruverdi. Büllüğün ne anlama geldiğini bu ülkede herkes bilir. Bu tip de biliyor kuşkusuz, sözüm ona espri yapıyor. Şaşkınlıkla, gerçekten öyle sanıyormuş gibi sormasına aldanmamak lazım. Tenasül uzuvlarını cümleler arasına sıkıştırmayı espri sanıyor. Yedikleri haltın da farkındaydılar tabii. İçlerinden biri (iyi polis hesabı) “yahu gece vakti yiyoruz insanların canı çeker” gibi pek bir anlayışlı cümle kurdu ama yiye yiye semirmiş malum iktidar kapıkulu o zat “onlar da yarım döner alıp yesinler” dedi.

Görgü, edep bunların hiçbirisinin bu tiplerde olmadığı belli de sofra adabı da yok hiçbirinde. Semerinden boşalmış gibi yediler adamlar.

Mesele memlekette aç insanın azlığı, çokluğu değil. Seyircisi çok bir tıkınmanın nesnesi olan bu tiplerin sırtlarını iktidara dayamış olmanın tüm “nimetlerini” yemelerine uygun bir görüntü sergilemeleridir mesele. Benim açımdan yani. Mutlu azınlığa mensup olmanın, egemen sofrasında kaşık sallamanın, yemek masasını dünyanın en sahte dostluğu olan “sofra dostluğunu” nemalanmanın mekanına dönüştürmenin simgesi olmaları. Yoksa bana ne ne halt yediklerinden.

“Büllük” sandığı yemeği kaşıklarlarken “hak ettiğini yiyorsun” dokundurmasının muhatabı olduklarını bile hesap edemeyecek kadar obur bunlar. Önlerine yemek koyun istediğinizi söylesinler. Bu iyi bir taktiktir. Çok da eski bir tarihi vardır. İmparator Augustus, Marcus Antonius ile Kleopatra’yı kesin yenilgiye uğrattığı deniz seferinin hemen öncesinde, bedava zeytinyağı ile tuz dağıtarak halkın desteğini elde etmişti diye anlatırlar. Kömür, makarna dağıtımından biz de yabancısı değiliz bu “taktiğin”. Bu programdan yola çıkarak söylemiyorum bunu ama yemek her işe yarar, yeter ki “yiyecek” pis mideliler olsun etrafta.

Yemeğin “başkalarıyla kurulan toplumsal ilişkilerin işareti” olduğunu söyleyenler de vardır. Bunların, tıkınmalarını, ( o an kapama tuşuna basmayı akıl edemediğim için mal mal izleyen) benimle kurdukları “toplumsal ilişkinin işareti” mide bulantısı oldu.

O obur ergenin sorduğu soruya şef ne yanıt verdi duyamadım ama önüne konan o yemek gerçekten “büllükse” aklıma geldi. Bir Sultan’a, bir başka Sultan, tabii ki hakaret amacıyla bir paket dışkılık gönderir, yesin diye. Muhatabı sultan ise en leziz yemeklerden oluşmuş bir paket yollar karşılık olarak. Sorarlar “sultanım o size dışkılık yolladı siz ise harika yemekler. Niye?” Yanıtı “gayet normal. Kişi sofrasında ne yiyorsa karşısındakine de onu ikram eder” olur.

“Büllük”ün bir yemek adı olacağını bilmezdim ben, örneğin. Böyle bir yemek var demek ki kimilerinin sofrasında, o mu diye sorulabildiğine göre. Demek ki herkes kendi sofrasında olanı yiyor, hikayedeki Sultanlar gibi.

Eh ne diyeyim birader, afiyet olsun o halde.