Bu topraklara bahar ölümle geliyordu. Son günlerinde baharın, ölüm gaza bastı. Pınarbaşı Emniyet Müdürlüğü’ne yönelik saldırıda, bu yazı yazılırken hala netleşmemiş olan tabloya göre iki polis, üç de “canlı bomba” ölmüş ve onu polis çocuğu yirmi kadar insanımız yaralanmıştı. 

Ağzını her açtığında inciler saçan İçişleri Bakanı Nihai hedef orası değildi” dedi. “Polisin takibi sonucu bomba orada patlatıldı” diye de ekleyerek, bu dehşet tablosundan kendi hanesine yazacak bir başarı çıkardı. 

Birkaç gün önce de, PKK’nin alışılmadık eylemler yapabileceğini söylemişti Şahin Bakan, “İstihbarat sayesinde PKK eylemlerinin yüzde 90’ı engelleniyor” diye bir başka başarı payı çıkararak kendisine. “Terör örgütü çılgınlaştığı için alışılmadık eylemler yapabileceğini de bekliyorBakan. 

Alışılmadık eylemler, büyük kentlerde herkesi dehşete düşürecek, daha çok kan ve ölüm göreceğimiz eylemler midir? İstihbarat sayesinde eylemlerin yüzde 90’ını engelleyen Bakan, bunun yanıtını da biliyordur mutlaka.  

Birkaç gün önce, gazetelerin birinci sayfasında, ellerini bacaklarının arasına almış babasının bayrağa sarılı tabutu üzerinden gözlerimizin içine yalvararak bakan küçük Tayfur bir şey söyleyemedi de bize, öyle bakacak ya da bir daha hiç bakamayacak başka çocuklar mı görmek istiyoruz “Dur” demek için. 

Sekiz yaşındaki bir çocuğun bir PKK operasyonunda kaybettiği babasını, bir daha hiç sarılamayacağını düşünerek belki de, bir güzel kent Diyarbakır’dan güzeller güzeli Ordu’ya götürürken, yalnızca onu babasından değil, Diyarbakır’ı da Ordu’dan koparmakta olduğumuzu ne zaman anlayacağız?  

Tehlikenin farkında olan hükümetin, her ölümle biraz daha büyüyen kopuşumuza engel olmak için istihbarattan, bombadan, operasyondan, kısacası bugüne kadar yapılanlardan başka bir yol izlemeye niyeti olmadığı ortada. 

 

Uludere’de ölenleri PKK ile ilişkilendirip özre falan da gerek olmadığını söyleyen, canlı yakalansalardı yargılanacaklarını ilan eden İçişleri Bakanı’na ayar falan vermedi Başbakan. Ayarı daha çok Şahin’in yaklaşımını ve üslubunu “insani” bulmayan partisinin sözcüsü Hüseyin Çelik’e verdi. 

 “Bu bölgenin bir terör bölgesi olduğunu söyledik. Kimse kaçakçılığı meşru göstermesin. Atmış olduğumuz adımlarla özrün yerine geldiği çok açık” derken, Başbakan da İçişleri Bakanı’yla aynı yerde durduğunu gösterdi. 

Eh, arkadaşlarının bu konuda konuşmasını da yasakladı Başbakan. Memlekete gire girmez, havaalanında “sus emri” verdi. Öyle bir sus emri ki, İçişleri Bakanı’ndan çok, onun yaklaşımını “insani” bulmayan Çelik üzerine alınmıştır. 

Susmakla çözülecek bir sorun değil bu! İşte BDP milletvekili Altan Tan kendi çözüm yolunu bulmuş. Dört İslam alimi bir araya gelip üzerinde anlaştıkları bir çözüm fetvası verirlerse, kendisi ömür boyu o doğrultuda çalışacakmış.  

Tan’ın alimleri, akil adamları Hayrettin Karaman, Fethullah Gülen, Ali Bulaç ve Osman Tunç. Cehaletime verin; Tunç’u tanımıyorum, ama diğerlerinin Kürt sorunu konusunda düşüncelerini biliyorum. Tan’ın bu alimlerinin çözümüne kendi partisi içinden kaç kişiyi ikna edebileceğini merak ediyorum? 

Aslında, Kürt sorununun çözümü konusunda “akil adamlar”ı öne çıkarma önerisi yeni değil. Toplumun her kesiminin saygısını kazanmış, barış ve bir arada yaşama perspektifine sahip, aklı seliminden kuşku duyulmayan insanların, iktidar partisi bu konuda adım atmayacağına göre, muhalefetin ve sivil toplum örgütlerinin çağrısıyla toplanıp inisiyatif alması şart oldu. 

Bu konuda öneri sahibi olan ana muhalefet partisi CHP de, siyaseti söylemekten ibaret görmüyorsa, AKP’nin evet dememiş olmasını harekete geçmek için engel saymayıp, “akil adamlar”ı bir araya getirmek için adım atmalı. 

Eğer “fetva”larına kulak vereceğimiz akil adamlar bulup çıkaramazsak ve herkesin dinleyeceği bir “Dur” sesi yükseltemezsek bu sürüp giden ölümlere karşı, daha çok küçük Tayfur tabutların üzerinden bakacak gözlerimizin içine. Ve daha nice bahar ölümle gelecek bu topraklara…