Türkiye Varlık Fonu kurulduğunda ve kamuya ait kurumlar fona aktarıldığında yapılan açıklamada fonun amacı “söz konusu kurumları ekonomiye” kazandırmak olarak açıklandı. Ancak gelinen nokta itibariyle görüyoruz ki fona aktarılan kurumlar ciddi finansal kaynağa ihtiyaç duyuyorlar. Özellikle kamu bankalarının, hükümetin baskısıyla, artan oranda kredi vermeye devam etmesi bu bankaların ciddi şekilde sermaye gereksinimine yol açmıştır. Artık […]

Türkiye Varlık Fonu kurulduğunda ve kamuya ait kurumlar fona aktarıldığında yapılan açıklamada fonun amacı “söz konusu kurumları ekonomiye” kazandırmak olarak açıklandı.

Ancak gelinen nokta itibariyle görüyoruz ki fona aktarılan kurumlar ciddi finansal kaynağa ihtiyaç duyuyorlar. Özellikle kamu bankalarının, hükümetin baskısıyla, artan oranda kredi vermeye devam etmesi bu bankaların ciddi şekilde sermaye gereksinimine yol açmıştır. Artık daha fazla kredi kullandırabilmeleri için sermayelerini artırmaları gerekiyor.  Bu nedenle Hazine’den kamu banklarına sermaye aktarılıyor. Ama öyle doğrudan değil, varlık fonu üzerinden. Nasıl mı? Anlatalım.

Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak “yapısal dönüşüm adımları” adlı açıklamasında kamu bankalarına 28 milyar lira sermaye aktarılacağını söylemişti. Şimdi bunu yapıyorlar ama hem Varlık Fonu üzerinde hem de açıklamada söyledikleri gibi TL cinsinden değil avro olarak yapıyorlar.  Neden TL değil de avro cinsi kâğıt verdiler? Bunun gerekçesini birazdan aşağıda okuyacaksınız. Şimdi hangi işlemler yapıldı, sırasıyla bakalım. 

  1. Hazine Varlık Fonu bünyesinde kurulmuş olan Piyasa Dengeleme ve İstikrar Fonuna (PDİF) 3,7 milyar avroluk ikrazen özel tertip DİBS verdi.
  2. PDİF Hazineden aldığı bu kâğıtları kamu bankalarına “sattı”. Diğer bir ifade ile kamu bankaları PDİF’nin elinde bulunan Hazine kâğıtlarını almak için Fona 3,7 milyar avro ödedi.
  3. Fon da Kamu bankalarından eline geçen avroları dönüp bu bankaların ihraç edeceği “sermaye benzeri tahvilleri veya sermaye benzeri kredi”leri almak için kullanacak. Yani kamu bankalarından aldığı parayı yeniden kamu bankalarına verip bunun karşılığında başka bir kâğıt alacak. Böylelikle kamu bankalarına hiç para koymadan para koymuş gibi olacaklar.

Karışık mı oldu? Finans mühendisliği kavramını duymadınız mı? İşte yapılan tam da budur.

Bu işlemler sonucunda kamu bankalarının eline 3,7 milyar avroluk hazine kâğıdı geçmiş oldu. Bunun karşılığında da PDİF’ye “sermaye benzeri kâğıt” verdiler. Sermaye benzeri borç (İngilizcesi subordinated bond), yani ikincil borç, ödenme önceliği olmadığı için sermaye benzeri sayılıyor.

Peki, bankalar ellerine geçmiş olan bu 3,7 milyar avroluk kâğıtları ne yapacaklar? Neden lira cinsinden değil de yabancı para cinsinden olduğunu burada açıklayalım.

Büyük olasılıkla kamu bankaları avro cinsinden olan bu kağıtları dönüp TL karşılığında merkez bankasına satacaklar ya da avro TL swap (takas) işleminde kullanacaklar. Böylelikle merkez bankası hem piyasadaki TL miktarını artırmış olacak(parasal genişleme) hem de “rezervleri”  bu tutar kadar, yani 3,7 milyar avro,  artmış(!) olacak.  Erimekte olan rezervleri dert etmeyin.  Madem döviz basamıyorlar, o zaman döviz cinsi kâğıt basarak rezervleri artırmış oluyorlar.

Bu işlemler ile hem erimekte olan Merkez Bankasının rezervlerine katkı(!) yapmış olacaklar, hem kamu bankalarının sermaye ihtiyacını karşılamış olacaklar.

Üstelik bunu yaparken Hazine’nin net borç stokunda bir artışa yol açmamış(!) olacaklar. Çünkü başlangıçta PDİF’ye ikrazen verilen DİBSler karşılığında PDİF de Hazine’ye borçlandırılacağı için toplam net kamu borcunda bir artış da olmayacak(mış).

Sonuç olarak: iç içe geçmiş işlemler üzerinden Hazine kâğıtlarını merkez bankasına satarak kamu bankalarının sermayelerini artırmış olacaklar. Onlar da kredi vermeye devam edecekler. Borç, borç, borç. Çünkü başka çözüm bulamıyorlar.