Altın Ayı Afrika’ya
74. Berlin Film Festivali’nde Senegalli kadın yönetmen Mati Diop’un belgeseli “Dahomey” En İyi Film seçildi. Yönetmen ağırlıklı jürinin, klasik anlatının ötesine geçen ve politik bir duruşa sahip filmleri yeğlemesi övgüye değer.
Cumartesi akşamı Berlinale Palast’da düzenlenen ödül töreninde açıklanan ödül listesinden hoşnut kalmadığımı belirterek başlayayım. Dünkü yazımda festivalde izlediğim yarışma filmleri arasında beğendiklerimi sıralamış, özellikle iki film üzerinde durmuştum: İran filmi “En Sevdiğim Pasta” ile İtalyan filmi “Gloria!”. İkisi de ödül listesinde yer almadı. Elbette jüri kararları sübjektif, bir başka jüriden bambaşka kararlar çıkması doğaldır. Nitekim, Uluslararası Jürinin görmezden geldiği İran filmi, Uluslararası Sinema Yazarları Federasyonu (FIPRESCI) Jürisinin verdiği En İyi Film ödülünün sahibi olmuştu bir gün önce. FIPRESCI Jürisi Panorama bölümünde de Aslı Özge’nin “Faruk” adlı filmini ödüllendirmişti.
“12 Yıllık Esaret” ve “Black Panther” filmleriyle tanıyıp sevdiğimiz Kenya asıllı -Meksika doğumlu- oyuncu ve yönetmen Lupita Nyong’o başkanlığındaki jüride, altı yönetmen (Alman Christian Petzold, İspanyol Albert Serra, Çin-Hong Kong’lu Ann Hui, Amerikalı Brady Corbet ve aynı zamanda oyuncu da olan İtalyan Jasmine Trinca) ile Ukraynalı senarist Oksana Zabuzhko yer alıyordu. Jüri, Altı Ayı’yı Senegalli Fransız yönetmen Mati Diop’un başarılı belgeseli “Dahomey”e, En İyi Yönetmen ödülünü de Dominik Cumhuriyeti, Namibia, Almanya, Fransa ortak yapımı “Pepe” adlı (Afrika’dan getirilip Amerika’da öldürülen bir hipopotamın öyküsü olan) belgeselin yönetmeni Nelson Carlos De Los Santos Arias’a verdi.
POLİTİK FİLMLER BAŞROLDEYDİ
Yönetmen ağırlıklı jürinin, klasik anlatının ötesine geçen ve politik bir duruşa sahip filmleri yeğlemesi övgüye değer. Afrika’nın kültürel ve doğal kaynaklarının sömürülmesini konu alan bu iki film nerede ise birbirini tamamlıyor. Mati Diop’un ödülü alırken yaptığı konuşmada ülkesi Senegal’de demokrasi için dayanışma çağrısı yapması alkışlarla karşılandı. Tıpkı, ‘Buluşmalar’ (Encounters) bölümünde En İyi Film seçilen, Fransa’dan militan aktivistleri beyazperdeye taşıyan “Direct Action”un yönetmenleri Guilaume Cailleau ve Ben Russell’ın konuşmalarında “karanlık günlerde umudu ve hayatı savunmak için bu filmi yaptık” sözleri, aynı bölümde “Cidade Campo” fimi ile En İyi Yönetmen seçilen Breziyalı yönetmen Juliana Rojas’ın ve Festivalin En İyi Belgeseli seçilen “No Other Land”i gerçekleştiren Filistinli kolektif üyelerinin Gazze’deki savaşın durdurulmasına yönelik çağrıları gibi…
Sanatçıların duruşu alkışı hak ediyordu ama Jürinin kararlarının aynı tutarlılığı gösterdiğini söyleyemem. Güney Koreli Hong Sang Soo’nun en zayıf filmi “Bir Gezginin İhtiyaçları”na Jüri Büyük Ödülü, Bruno Dumont’un “İmparatorluk” adlı absürt bilim kurgusuna Jüri Ödülü verilmesine anlam veremedim doğrusu. Sang Soo’nun ödülünü alırken söylediği şu sözlere gönülden katılıyorum: “Çok merak ediyorum, Jüri ne buldu filmimde?”. En İyi Oyuncu ödülü izlemediğim bir filmin oyuncusuna, “Başka Bir Adam”daki rolüyle Sebastian Stan’e giderken, ilk kez verilen Yardımcı Oyuncu ödülü, açılış filmi “Bunun Gibi Küçük Şeyler”deki rolüyle Emily Watson’un oldu. En İyi Senaryo ödülünün “Ölmek” adlı Alman filminin yazar-yönetmeni Mathias Glasner’e, En İyi Sanatsal Katkı ödülünün Avusturya-Alman ortak yapımı “Şeytanın Banyosu”nun görüntü yönetmeni Martin Gsehlacht’a verilmesine de hiçbir itirazım olamaz. İtirazım, İran’daki rejim tarafından cezalandırılan iki genç yönetmenin Maryam Moghaddam ile Behtash Sanaeeha’nın ve İtalyan yönetmen Margherita Vicario’nun seyirci dostu filmlerinin Jüri tarafından göz ardı edilmesine…