Riskli alan’ ilan edilen kısmın, Antakya’yı Antakya yapan tarihsel dokunun yoğun olduğu bir bölge olması akıllara İstanbul’da Sulukule’yi, Diyarbakır’da Sur’u getiriyor. Dolayısıyla Antakyalılar belki zorla sürülmeyecekler ama öyle bir Antakya inşa edilebilir ki, Antakyalı’nın benimseyeceği, kabullenebileceği bir Antakya olmayabilir orası artık. “Zorla olmaz” dedik ancak, eldeki kararlar ‘zor kullanma’ gücünü de iktidarın tekeline vermiş durumda.

Bu acele niye? Öncelik olan nitelikle geçici barınma alanlarını inşa etmeden, yeterli çadır, konteyner dahi veremeden ‘yeniden inşa’ konusundaki süratin sebebi nedir? Henüz can derdine düşüldüğü depremin ilk günlerinde zihinlere yerleşen o meşum soruyu haklı çıkaran işaretler giderek güçleniyor. Antakya’da bir fırsat mı görüyorlar?

5 Nisan günü Resmi Gazete’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzası ile yayımlanan kararlar, Antakya’da 307 hektarlık devasa bir bölge, “riskli alan” ilan edildi. Bu kararın yasal dayanağı, ‘kentsel dönüşüm’ olarak bildiğimiz 6306 Sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun.

Ne vakit bu kanuna dayanarak iş yapmaya kalkıyorlarsa, bin kere düşünmek lazım. İstanbul’da 10 yıldır 6306 bahanesiyle yapılan kentsel dönüşümlerin altından nelerin çıktığını iyi biliyoruz çünkü. Torunlar GYO’nun diktiği Mall Of İstanbul mesela, Türkiye’nin en büyük ‘kentsel dönüşüm’ projelerinden biriydi. Veya Zeytinburnu’ndaki Ambarlar bölgesine Suudi Arabistan sermayeli Al Qemam Holding’in inşa ettiği Topkapı 29 adlı devasa otel-rezidans-AVM kompleksinin altında da Erdoğan’ın imzaladığı ‘riskli alan’ kararı bulunuyor. İstanbul’un gerçekten deprem riski taşıyan alanları ile iktidarın ‘kentsel dönüşüm’ projelerini aynı haritada üst üste koyduğunuzda yüzde 20 oranında dahi çakışmaması neyi, niçin yaptıklarını gösteriyor zaten. Yaşanılan tecrübe, Antakya’daki acelecilik konusunda bir şeyler anlatıyor işte.

MÜLKİYET YETKİSİ ERDOĞAN’DA

Mekanı kendi arzuladığı şekilde düzenleme konusunda iktidarın maharetini tartışmaya lüzum yok. Her yeri, her şeyi birbirine ve kendine benzer kılma konusundaki refleksini defalarca kanıtladı. Depremin yıkıntısı ve acısı o kadar büyüktü ki, esasında ilk günlerden beri attığı sistematik adımlar tartışılamadı. 7 Şubat 2023 günü tüm deprem bölgesinde OHAL ilan edildi. “Neden seferberlik değil de OHAL” sorusunu can derdinden kimseler tartışamadı. 20 yıldır bu kentlerde bile isteye deprem riski konusunda doğru düzgün bir tedbir almayanlar, depremi bir ‘güvenlik sorunu’ olarak etiketledi, henüz ikinci günde. Enkazda on binlerce insan varken, depremden kurtulanlar yardım beklerken 24 Şubat günü bu sefer de 126 No’lu Olağanüstü Hal Kapsamında Yerleşme ve Yapılaşmaya İlişkin Cumhurbaşkanı Kararnamesi yayımlandı. Kararnamenin özeti şuydu: “Deprem bölgesinde her ne yapılacaksa kimseye açıklamak zorunda değiliz.” Kararla yapılaşmaya dair tüm düzenlemeler askıya alındı. Mevcut hukuki rejim de geçerli değil yani. Üstelik bu kararın asıl önemli noktası, Cumhurbaşkanı’nın arzu ettiği her yeri imara açma, işaret ettiği her mülkün statüsünü ve malikini değiştirme yetkisiydi. Derhal deprem bölgesi olmayan yerlerde de ‘acele kamulaştırma’ kararları art arda yayımlandı. Biz Kızılay’ın akla ziyan faaliyetlerini tartışırken 10 Mart günü de OHAL kararına dayanılarak Hatay’da geçici barınma alanları için “bedeli daha sonra ödenmek üzere” arazilere el koyma kararı ve listesi açıklandı. Liste sonradan sürekli uzadı elbette. Ve son olarak 5 Nisan’da, Cumhurbaşkanı imzasıyla Antakya’nın tarihi merkezini de kapsayan 307 hektarlık bölüm, ‘riskli alan’a çevrildi.

Mimarlar Odası heyeti. Esin Köymen (soldan dördüncü sıra)

 

‘ANTAKYA’NIN BÜYÜK BÖLÜMÜ KAPATILACAK’

Tüm listeye aynı anda baktığınızda bunların depremin yaralarını sarmaya yönelik kararlar, uygulamalar olduğunu söylemek mümkün mü?

Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Başkanı Esin Köymen böyle olmadığını söylüyor. Oda’dan bir çalışma grubu kültür varlıkları, enkaz döküm yerleri, geçici barınma alanları ve yeni konutların inşa edileceği bölgelerde inceleme yapmak üzere geçtiğimiz günlerde bölgeye gitti. Yeni bir rapor hazırlıyorlar. Henüz rapor bitmedi ama Köymen sorunun yanıtını net olarak veriyor: “Coğrafyanın bir bölümünde, özel bir hâkimiyet alanı kuruluyor. Ve mekânsal olarak hepsini birbirine benzetmeye çalışıyorlar.”

Son kararla beraber Antakya’nın büyük bölümünün kapatılacağını, orada neyin, nasıl yapıldığını görmenin imkânının kalmayacağını vurguluyor, Köymen. Özellikle ‘riskli alan’ ilan edilen kısmın, Antakya’yı Antakya yapan tarihsel dokunun yoğun olduğu bir bölge olması akıllara İstanbul’da Sulukule’yi, Diyarbakır’da Sur’u getiriyor. Dolayısıyla Antakyalılar belki zorla sürülmeyecekler ama öyle bir Antakya inşa edilebilir ki, Antakyalı’nın benimseyeceği, kabullenebileceği bir Antakya olmayabilir orası artık. “Zorla olmaz” dedik ancak, eldeki kararlar ‘zor kullanma’ gücünü de iktidarın tekeline vermiş durumda.

Düzenlemelere dayanarak her özel mülkiyetin kamulaştırılabileceğine, her kamu mülkünün de özelleştirilebileceğine dikkat Çeken Köymen, bunu Malatya’da Battalgazi’de yaptıklarını belirtiyor. Hidayet ve Hanımın Çiftliği mahallelerinde köylülerin elindeki evleri alındı ve başka bir yerde konut inşa edileceği söylendi. Üzerine şimdi ‘yenileme kararı’ da alınırsa işte bunun tam adının ‘mülkiyetin el değiştirmesi’ olacağını ifade ediyor, Köymen.

Yeni konutlar Adıyaman ve Maraş’ta yine ekili tarım arazilerine inşa ediliyor.

 

Bütün mesele şu soruda esasında: En az 3 yıl daha çadır ve konteyner şartlarında kalmak mecburiyetinde olan insanlara eğitim, sağlık, sosyal yaşam vb. ihtiyaçlarını da karşılayabilecek, hayatlarının bir nebze normalleşmesini sağlayabilecek prefabrik vb. geçici barınma alanlarına öncelik vermek gerekirken, alelacele inşaat faaliyetine girmek hangi ihtiyaca denk düşüyor?

OKÇULAR OBASI!

İktidarın iddiası hızla konutları yapmak lakin Köymen, ilan edilen konutların çoğunun da yeni proje olmadığını, seçim yatırımı olarak depremden önce açıklanan ‘sosyal konut projesi’ için düşünülen TOKİ konutları olduğunu söylüyor. Kamuoyuna bir propaganda olarak sürekli hafriyat kamyonları, enkaz dökme görüntüleri izletmeye çalışan iktidarın yeni konut alanı olarak belirlediği yerlere bakınca da tercihin ‘insan ihtiyacı’ olmadığını söylemek lazım. Köymen, Adıyaman ve Malatya’da ekili tarım arazilerine temellerin atıldığını, düzensiz bir şekilde oranın buranın kazıldığını gördüklerini anlatıyor. Depremden önce inşaat konusunda neye itiraz edilmişse, yine aynısını yapıyorlar.

İktidarın bütün bir deprem bölgesine nasıl baktığını, Köymen’in Adıyaman’da gördüğü bir ‘çadır kent’ özetliyor. Tuhaf şekilde inşa edilmiş bir platformun üzerinde ‘Okçular Vakfı Türk Obası’ tabelası asılı. Yanında Cumhurbaşkanlığı forsunun yer aldığı flamalar dalgalanıyor. Kentte az çok düzenli inşa edilmiş belki de yegâne geçici barınma alanı burası. Özel güvenliği olan, dışarıdan kimsenin giremediği bir yer. Tam da iktidarın deprem bölgesinde arzuladığı düzen!