Uluslararası 47. Antalya Film Festivalinin “uluslararası krize” muadil bir atmosferde başlaması

Uluslararası 47. Antalya Film Festivalinin “uluslararası krize” muadil bir atmosferde başlaması onun değerine zarar verebilir mi?

Her şeyi nicelik üzerinden ölçüp biçen bir toplumda bunun yanıtı “evet” olabilir. Nitelikle ilgilenenler ise katiyen böyle şeylere prim vermezler.

Antalya Film Festivali bir “nitelik zirvesi” olarak programı üzerinden ilerliyor. Türkiye’nin genç sinemacıları sarsıcı filmlerle perdeye geliyorlar. Kimi ülkenin üstü örtülü gerçeklerine eğilirken, kimi gündelik yaşama damgasını vuran, giderek alıştığımız yaşam kültürünü olanca çıplaklığıyla gözler önüne seriyorlar.

‘ATLIKARINCA’NIN ALTI

İlksen Başarır-Mert Fırat ikilisi geçen yıl “Başka Dilde Aşk” ile büyük bir kazanmışlardı. Film bol ödüllü bir süreçle birlikte seyircisine de ulaşmayı başarmıştı. Yaşama sevinci aşılıyordu. Bu sefer tam anlamıyla izleyiciyi ters köşeye yatırmayı seçmişler. Senaryosunu birlikte yazdıkları Atlıkarınca’nın kamera önünde Mert Fırat arkasında ise yine İlksen Başarır var. Kentli bir ailede yaşanan sessiz dram Hayk Kirokosyan’ın usta görüntüleriyle perdeye geliyor. Şiirler yazan bir edebiyat adamı, öz kızını (cinsel olarak) gözüne kestirebilir mi? Bir buçuk yıl ön çalışma yapan ikili, doktorlar, hukukçular ve psikologlardan görüşler aldıktan sonra filmi iki haftada tamamlamışlar. Ahlaki açıdan toplumsal ikiyüzlülüğümüze atılan derin bir neşter olan Atlıkarca, onlarca bilimsel sempozyuma denk düşecek veriler sunuyor. Film bittiğinde seyircileri allak bullak ediyor.

ÇOĞUNLUK: TÜRKÜM MUTSUZUM!

Atlıkarınca ne kadar üstü örtülü bir konuyu deşiyorsa yönetmen Seren Yüce’nin ilk filmi olan “Çoğunluk” alabildiğine ortada olan bir çıplaklığı olağanüstü bir yalınlıkla sergilemeyi başarıyor. Hiçbir şey gerçeğin kendisi kadar çarpıcı olamaz tezinin seçkin bir örneği olarak sinema tarihindeki yerine oturuyor.

Henüz 21 yaşındaki Mertcan’ın, babasının kuyruğu halindeki sıradan hayatı Vanlı garson kız Gül ile tanışıncaya kadar “sorunsuz” yürüyor. Babasının yap dediğini yapıyor, yapma dediğini de yapmıyor. Babasının kesin itirazına karşın Gül’e “çakınca” hayatı kararmaya başlıyor. Mert’in yakın çevresini oluştur insanlar ailesi ve arkadaşları, alsında toplumsal çoğunluğun ta kendisidir. Pahalı cipin kül tablasını yere boşaltan, gücünü yıldırmak için kullanan, ikna yerine şiddeti tercih eden, toplumsal uyumu yüksek(!) bir topluluk… Mert’i bunlar şekillendiriyor. O da arzulanan biçimde kalıba giriyor. Ama mutlu oluyor mu? Onu da filmi izleyince anlıyorsunuz.

GERÇEK TÜRKİYE BEYAZ PERDEDE

Yönetmen Sedat Yılmaz’ın üçüncü filmi “Press” Diyarbakır’da geçen bir gazetecilik hikayesi. 1990’ların ilk yarısında bir avuç gazeteci bölgede yaşanan insan hakları ihlallerini kamuoyuna duyurmaya çalışırlarken bölgenin olağanüstü gerçekleriyle de baş etmek zorunda kalıyorlar.

Bizim için son derece “tanıdık” bir konu… Ama ısrarla görmezden gelinen bir pişkinliğin sergilenmesi aynı zamanda…

Yönetmen Erhan Kozan’ın ilk filmi “Çakal” da Türkiye’nin çok hissedilen ama görünmeyen gerçeklerine dokunuyor. Kariyerini mafyada yapmaya kararlı gözü kara gencin hikâyesi merakla izlenen bir finale varıyor.

YÜKSEL AKSU VE SARIKEÇİLİLER

Antalya’da Ulusal Uzun Metraj Film Yarışmasından sonra en fazla ilgi çeken bölümü belgeseller oluşturuyor. Geçenlerde Ragıp Zarakolu’nun usta bir tespitle ifade ettiği yerde bu bölüm duruyor:

“Unutma hastalığımıza en iyi ilaç belgeseller!”

Zeynel Koç - Çenk Örtülü ikilisinin “Taşlaşan Vicdanlar” belgeselini Diyarbakır’da izlemiştim. Taş atan çocukların, gazete haberleri dışındaki hikayeleri de ülkemizin öteki gerçeklerini gösteriyor.

 Önceki akşam filmin kahramanlarıyla birlikte izlediğimiz yönetmen Yüksel Aksu’nun “Son Göçerler-Sarıkeçililer” belgeseli uluslararası ölçülerde çekilmiş bir film. Görüntü Yönetmeni Eyüp Boz’un kamerası öyle fotoğraflar yakalıyor ki, sahne bitmesin istiyorsunuz. Yüksel’in “Dondurmam Kaymak”taki sıcak anlatım dili Yörük geleneğini sürdüren insanların samimiyetiyle birleşince olağanüstü bir eser ortaya çıkıyor.

Bu kadar yüksek standartlı bir sanat şöleninin basit bir polemiğe kurban edilmesine insanın çıldırası geliyor. Hani, çok haksızlığa uğrayanların dile getirdiği bir yakınma vardır:

-Valla sonunda keçileri kaçıracağım!

 İşte bu durum tam Antalya Film Festivali için cuk oturuyor.

Ama böylesi durumlarda Yüksel Aksu diğer meslektaşları adına yüreğimize su serpiyor:

-Sarıkeçililere bakalım nefes alalım!