Arap Baharı: Game of Thrones'un uzun kışı mı?
21'inci yüzylın ikinci on yılını deviriyoruz. 2000'lere Batı'da AB'nin neoliberal projesinin somutlandığı ortak para birimi, şirket birleşmeleri, sermaye için dünya sınırlarının iyiden iyiye belirsizleşmesi eşliğinde girilmişti. 1990'larda dağıtılmış sosyalist sistem, geniş bir coğrafyada 'renkli/çiçekli devrimlerle' arzu edilen kıvamda milliyetçilik/etnik temel üzerinde yükselen uyumlu ulus devletler üretmişti. Enerji zengini Ortadoğu dönüşümden azade kalamazdı. Ortadoğu'da motto neoliberal düzenin gerektirdiği 'demokrasi ve insan hakları' oldu. Bu kavramların uyumlu mutlak monarşiler altında yaşayan halklara uğramaması, Arap modernleşmesinin ürünü cumhuriyetlerin seçilmesi tesadüf olmasa gerek. Ancak 2003 Irak işgalinin estirdiği fırtına, yeni askeri işgallerin yaratacağı imkanların sınırlarını ortaya sermişti. 21'inci asrın onuncu senesinde 'mevsim açılım' geldi: 'Arap Baharı'.
Bugün artık herkesin 'kışa döndüğünde' uzlaştığı 'Arap Baharı'nın 10'uncu yıldönümündeyiz. Fırsattan istifade 'sahi neydi Arap Baharı' diye soruluyor. Kendi izlenimlerimizle süzdüklerimizi anlatalım.
EKMEK OLMADAN ONUR...
'Arap Baharı'nın elbette pek çok sloganı oldu. Bence en önemlisi ve en iyi temsil edeni 'Ekmekten Önce Onur'dur. 'Ekmek olmadan onur nasıl olabilir' diye pek soran çıkmamasında bu sloganın yarattığı romantizm önemli etkendir.
Arap coğrafyasında tek adam rejimleri altında ekonomik eşitsizlik eşliğinde görece istikrar altında yaşayan toplumlar, bu süreçte ayağa kalktı. Batı sivil toplumculuğu ve medyası da yaygınlaşan sosyal medya aracılığıyla bu sürece büyük katkı sağladı.
Özü ve talepleri itibarıyla dini bir kalkışma değildi. İsyanlar sosyo-ekonomik temelliydi. Bu yüzden tıpkı 'ekmekten önce onur' gibi 'lideri yahut ideolojisi olmayan halkın gücüne dayanan hareketler' vurgusu boş yere övgülere mazhar olmadı. Hızla siyasal İslamcılığın kışına dönüşmesi kaçınılmazdı.
BAHARI ANIŞTIRAN ÇİÇEK
17 Ocak 2011'di, zannedersem, kameraman arkadaşım Akın Depecik ile Tunus uçağına atlayıp 'Yasemin Devrimi'ni izlemeye gittiğimiz gün. Henüz baharı anıştıran bir çiçek vardı. 17 Aralık'ta Sidi Bou Zeyd şehrinde üniversite mezunu olup geçimini sağladığı meyve tezgahının dağıtılması ve zabıta elinde çektiği eziyetler sonucunda kendini yakan Muhammed Bouazizi'nin 4 Ocak'taki ölümü protesto dalgasını körüklemişti. 14 Ocak'ta ülkeyi 23 yıldır yöneten nepotik/kleptokratik düzenin lideri Zeynel Abidin Bin Ali, bir uçağa konulup Suudi Arabistan'ın Cidde şehrine postalanmıştı.
Tunus başkentindeki Kasbah Meydanı ile denize açılan Burgiba Bulvarı'nda binlerce insan günlerce yürüdüler. Her köşede konuştular. Öyle ki Tunus'ta aslında bir 'ifade özgürlüğü devrimi' yaşandığı fikrine kapılmıştım. Bir ay kadar sonra tekrar gittiğimde halk yine konuşuyordu, sürece ağırlığını uzlaşarak Bin Ali'yi paketleyip göndermiş eski elitler koymuştu. Güçlü bir ordunun hiç olmadığı, polis gücüne dayanmış Bin Ali'nin yerini alan eski elitlere şu unsurlar eklenmişti: Kurucu lider Burgiba'dan miras laikliğin güçlü olduğu Tunus toplumunda, örgütlülüğü ve zemini görece zayıf Ennahda (Tunus İhvan'ı) ile pazarlık ve arabuluculuk rolü ile öne çıkan güçlü sendikalar.
Batılılar, Müslüman coğrafyadan 'liberal İslamcılık' çıkarttıkları için mutluydular. Ennahda ilk başta 'liberal İslamcı' görünümle sandıkta yüzde 40'ı aşan destek buldu. Esasında 1989'da Bin Ali tarafından yasaklamadan önce sandıktan yüzde 13 çıkartmışlıkları da vardı. Ancak 'Yasemin devrimi' sonrası Şükrü Belayid ve Muhammed İbrahimi gibi laik siyasilere suikastlar, el altından desteklen -ve Suriye'ye akıtılan- selefi İslamcılık, 'Devrim Koruma Birliği' aracılıyla yaratılan militan İslamcılık, Ensar el Şeria gibi gruplar eşliğinde geri tepti. Güçlü laik damar, ipleri en baştan hiç bırakmayan eski elitler, Ennahda'nın şeriatın yasaların temel kaynağı olması ısrarını 2014 Anayasası'yla savuşturdu. Bugün 'başarı' diye sunulan Tunus deneyimi aslında laik güçlerin direnci ve Mısır'da yaşananlara bakan Ennahda'nın geri çekilmesidir.
Ama o kadar... Tunuslu bir arkadaşım 10 sene sonra şöyle diyor: "Dokuz başbakan, beş başkanın yanı sıra bir de Gannuşi'yi gördük. Ennahda'yı tanıdık. Yolsuzluk, işsizlik, yüksek fiyatlar, yoksulluk, çökmüş bir ekonomi, IMF'ye bağlılık, bolca yalan. Hangi bahar?"
MISIR VE ILIMLI İSLAM'IN SINIRLARI
Akın ile Libya sınırını yoklayıp Kaddafi'nin 'siyah Afrikalılarının' pek 'devrimci' İslamcı militanlar tarafından feci insanlık koşullarında kapı dışı edilmelerini deneyimledikten sonra Cerba Adası'ndan Kahire'ye uçtuğumuzda 25 Ocak Tahrir devrimi Mübarek'in istifasıyla ilk aşamasını geçeli bir ay kadar olmuştu. Mısır ordusu 'geri çekilmiş', devrime gençlik kanadı olmasa gönülsüz İhvan 'el koymuştu'. Kahire günlerimiz, İskenderiye, Es Salum sınırından Libya ve Bingazi ayrı hikayeler...
Bir sene sonra 2012 başlarında tekrar gittiğim Mısır'da solcu öğrenciler Nil kıyısındaki devlet televizyonu binasında boşu boşuna 'devrim bitmedi' diye bağırıyordu. İhvancılar sandığa hazırlanıyordu. Ama İhvan'ın Tunus'un aksine toplumda daha örgütlü olduğu Mısır'da Amerika deneyimli Muhammed Mursi, Mübarek'in adayı Ahmet Şefik karşısında sandıktan ite kaka çıktı. Yine Ennahda'nın aksine yine 'hızlandırılmış İslam devrimi' yapmak isteyen İhvan, verili sendikalar, barolar ve kitle örgütlerini ele geçirme arzusunu da gemleyemezken, liberal ve solcuların desteğini hızla yitirdi. IMF ile 4.8 milyar dolarlık kredi için oturulan müzakereler, arzu edilen reformları yapamamanın sıkışmışlığına takılmıştı. 2012 sonlarına gelindiğinde İhvancıların zaten var olan şeriatı pekiştirecek anayasayı kabul ettirebilmesi için Mursi bir kararname ile kendini tek otorite ilan ettiğinde 'firavun' diye anılmaya başlandı. 2013 yaz başında istifa etmesi için 20 milyondan fazla imza toplanmıştı. Haziranda Tahrir'e bu kez Musri'nin istifası için inirilirken 'firavun' lakabıyla anılıyordu. Mursi, uluslararası 'akıl hocalarına' uyup ordunun referanduma gitmesi talebini de reddetti. Sonunda İhvan'ın 2012 yazında pek gözde kıldığı 'ordu-millet elele' sloganı da kafi gelmedi. 3 Temmuz'da Mursi, bizzat atadığında eşi başörtülü diye herkesin pek heyecanlandığı kendi genelkurmay başkanı Abdülfettah El Sisi tarafından devrildi. Aslına bakarsanız, Mısır ordusu 2011'de 'Mübarek'i feda ederek verdiğini geri aldı'. Adeviye'ye yığılan İhvan kitlesi ordu kışlalarına yürürken aralarında silahlı militanların eksik olmamasının bedeli katliamlar oldu. Bu arada bina çatılarından LGBTİ'leri atan İslamcı militanlar 'ılımlı İslam'la' uyuşmaz görüntüler oluşturmuştu. Evlilik yaşını 14'e düşürmek, BM kadın hakları bildirisine, 'toplumu yok edeceği ve dini örfi ve kültürel değerlerin evrensel olandan üstün olduğu' iddiasıyla itiraz eden İhvancılarla İslam 'yeterince ılımlı' olmayınca ABD, 'sandıkçı demokrasi' vurgusu fazla olunca da Suudi Arabistan'ın işine gelmemişti. El Sisi Mısır'ın üzerine çullanır, İhvan'ı 'terör örgütü' ilan ederken, uluslararası planda destek bulmakta zorlanmadı.
BAHREYN, YEMEN, LİBYA...
Aslında çok daha güçlü bir isyan nüfusun yüzde 70'ini oluşturdukları halde yönetimden tümden dışlanan Şiilerin oluşturduğu, Sünni el Halife ailesinin yönettiği Bahreyn'de çıkmıştı. Taa 14 Şubat 2011'de, meşhur İnci Meydanı'nda... Mart ayını bulmadan Suudi Arabistan, Katar ve Körfez desteğiyle bastırıldı. İran'ın burnunun dibinde ABD üslerine evsahipliği yapan Bahreyn'de demokrasiye gerek yoktu. Bugün 14 Şubat'ı anan yok.
Yemen'i zaten yine Sünnilikten çok Şiiliğe yakın görülen Husiler nedeniyle Obama yönetiminin desteğiyle enkaza çevirdiler, dört yılın sonunda yitik ülkeye döndü.
Malum, orduya 'sivillere ateş açmama emri' vermiş Kaddafi'nin 'ateş açın' demiş gibi çevrilip sunulduğu Libya, bizzat NATO müdahalesi sonucunda dağıtıldı. Aşiretçilik ve kölelik hortlatıldı. Bugün enerji kaynaklarının yüzü suyu hürmetine parçalar toplanmaya çalışılıyor.
Suriye en dirençli çıkmanın bedelini mezhepçilik, etnikçilik ve siyasal İslam sopasıyla bölünmenin eşiğine gelerek ödedi.
Korkut Boratav hoca Arap Baharı'nın nihai bilançosunu çıkarttığı bu haftaki yazısında Tunus ve Mısır örnekleriyle 'neoliberal programlar, sermayenin yoğunlaşan tahakkümü ve halk sınıflarının çaresizliğini' isabetle anlatmış. Neoliberalizmin doruklarında yaşadığımız bizim memlekette işsizlik ve parasızlıktan kendilerini yakanlar eksik değil. Arap Baharı 'Game of Thrones'un uzun kışına mı evrildi, henüz bilmiyoruz. Peki örgütsüzlük, liderliksiz ortamında devrimleri 'renklendirmekle' olmayacağı yeterince idrak edildi mi?