Asgari ücretle ilgili ülkemizdeki gelişmeleri değerlendirmeden önce bu kavramın yasaya konuluş amacına bakmak gerekiyor. Her şeyden önce asgari ücret kaynağını Anayasa ve uluslararası sözleşmelerden almaktadır. Anayasa’mızın ücrete ilişkin maddesi aynen aşağıdaki gibidir:

“VII. Ücrette adalet sağlanması

Madde 55 – Ücret emeğin karşılığıdır. 

Devlet, çalışanların yaptıkları işe uygun adaletli bir ücret elde etmeleri ve diğer sosyal yardımlardan yararlanmaları için gerekli tedbirleri alır.

(Değişik fıkra: 3/10/2001-4709/21 md.) Asgarî ücretin tespitinde çalışanların geçim şartları ile ülkenin ekonomik durumu da göz önünde bulundurulur.”

Metinden açıkça anlaşılabileceği gibi devletin çalışanlara yaptıkları işe uygun ve adaletli bir ücret elde etmeleri ve sosyal yardımlardan yararlanmaları için gerekli tedbirleri alması gerekiyor. Bu aynı zamanda yine Anayasa’mıza göre sosyal devlet olmanın gereğinden kaynaklanıyor. Peki, ülkemizde çalışanların yaptıkları işe uygun, adaletli, geçim şartlarına uygun ücret elde ettiklerinden söz edebilmek mümkün mü?

Elbette ki hayır.

Asgari yani en az ücretin ilgili yönetmelikteki tanımına baktığımızda ise aşağıdaki ifadeyi görüyoruz: 

“Asgari ücret: İşçilere normal bir çalışma günü karşılığı ödenen ve işçinin gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi zorunlu ihtiyaçlarını günün fiyatları üzerinden asgari düzeyde karşılamaya yetecek ücreti,”

Bu tanıma baktığımızda dahi ortada çok ciddi bir sorun olduğunu ve alışılmış biçimde istatistiki bilgilerle asgari ücretteki artış oranlarını, bunların yıllar itibarı ile gelişimini, Avrupa ülkeleri ile kıyaslamaları filan konuşmanın gereksiz olduğunu hemen anlayabiliyoruz.

Çünkü ortada çok somut bir gerçek var: Ülkemizin içinde bulunduğu mevcut ekonomik koşullarda asgari ücrete TÜİK’in gerçek olmayan rakamları ile dahi örtüşmeyen 6 ayda bir yapılan bu artışlarla çalışanlara yukarıdaki tanımlarla örtüşecek bir asgari ücretin belirlenmesi mümkün değildir. 

Ne deniyor yönetmelikte?

İşçinin gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım, kültür gibi zorunlu ihtiyaçlarını günün fiyatları üzerinden asgari düzeyde karşılamaya yetecek ücret.

Ortada böyle bir ücret var mı? 

Yok, tabii ki. 

Çünkü yönetmelikte kısıtlı olarak belirtilmiş zorunlu giderleri bir yana bırakın sadece gıda için BİSAM (DİSK/Birleşik Metal-İş Sınıf Araştırmaları Merkezi) “Beslenme Kalıbı üzerinden yapılan hesaplamaya göre dört kişilik bir ailenin sağlıklı ve dengeli beslenmesi için aylık yapması gereken harcama tutarı Mayıs 2023 için 10 bin 72 liradır. Bu harcama tutarı sadece gıda için yapılması gereken minimum tutardır. Açlık sınırı üzerinden hane halkı tüketim harcamaları esas alınarak yapılan hesaplama sonuçlarına göre ise yoksulluk sınırı 34 bin 838 lira olarak gerçekleşmiştir”.

Üstelik bu hesaplamalar mayıs ayına aittir. Yani seçimler öncesi zam sağanağı başlamadan önceki değerler üzerinden yapılmıştır. Gerçek tablo temmuz ayı ve takip eden aylarda tüm vahameti ile karşımıza çıkacaktır.

Diğer taraftan ülkemizde yukarıda da alıntıladığım gibi Asgari Ücret Yönetmeliği’ne göre, asgari ücret tek bir işçinin “gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi zorunlu ihtiyaçlarını asgari düzeyde karşılamaya yetecek ücret” şeklinde tanımlanıyor.

Oysa 131 sayılı ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü) Sözleşmesi’ne göre, “asgari ücretler tespit edilirken ülkedeki genel ücret seviyesi, işçinin ailesi, kalkınma ve istihdam sorunları göz önünde tutulacaktır.” denilmektedir. Bu da asgari ücretin saptanmasıyla ilgili olarak sadece işçinin kendisi değil, ailesinin ihtiyaçlarının da dikkate alınması anlamına gelmektedir. Türkiye ise 50 yılı aşkın bir süredir bu sözleşmeyi onaylamamaktadır.

Dolayısı ile ben bu gerçeklerin ardından asgari ücrete getirilen artış üzerine yapılacak çok fazla bir yorum olduğunu düşünmüyorum. 

Bununla birlikte artık ülkemizde ortalama bir ücret haline dönüşen asgari ücretin işletmelerde daha önce ki artış dönemlerinde de belirttiğim gibi ücret dengelerini olumsuz etkileyeceğini belirtmeliyim. Bunun en önemli nedeni artık ortalama ücret haline dönüşen asgari ücretin aynı zamanda zorunlu bir ücret olmasıdır. 

Yani çalışma hayatına yeni başlayan bir çalışana verilecek ücret bu tutarın altında olamaz. Oysa aynı işletmede yıllardır emek veren bir kıdemli çalışanın da bu ücrete yakın bir ücret alıyor olması şüphesiz ki işletmelerdeki ücret dengesini ve buna bağlı olarak çalışma huzurunu da bozacaktır. Bu arada çalışanların yıl bazında ücret artışı beklentileri de asgari ücrete yapılan artışlarla yakından ilgilidir. Doğal olarak işverenlerce ara zammı olarak yapılan bu yüzde 34’lük artışın altında yapılacak artışlar çalışanları tatmin etmeyecektir.

Son olarak asgari ücretteki artışların kayıt dışılığa olan etkisi de göz ardı edilmemesi gereken bir gerçektir. Son artışla birlikte net 11 bin 402 lira 32 kuruş olan asgari ücretin işverenlere maliyeti 15 bin 762 lira 4 kuruş olmuştur. Ülkemizde kayıt dışı işçi çalıştırmanın yaygın olduğu gerçeğini göz önüne alırsak bu tür bir maliyete katlanmayı istemeyen özellikle küçük işletmelerin kayıt dışılığa daha yoğun bir şekilde yöneleceği, bunun da özellikle göçmen işçiler üzerinden gerçekleşeceğini tahmin etmek zor değildir.

Netice itibarı ile hükümet enflasyonun artık tek haneli rakamlara indiği gerekçesi ile 2016 yılında vazgeçtiği yılda 2 kez uygulanan asgari ücret artışına 7 yıl sonra yeniden dönmüştür. Ancak mevcut koşullarda artık asgari ücretin 6 ayda bir değil geçim koşullarına göre tıpkı sürekli “güncellenen” fiyatlar gibi her ay artırılması kaçınılmaz hale gelmiştir.