Geçen haftaki yazımı mutlaka sandıklara gitmemiz gerektiği uyarısında bulunup “Yurdumuzdan umudu kesmemeliyiz” diyerek bitirmiştim. Umudumuz bu kez boşa çıkmadı ve 20 yılı aşkın süredir ülkemizi tek adam rejimi ile yönetmeye çalışan mevcut muktedirler önemli bir yenilgi alarak sonunda kaybettiler.

Ülkemizde rejimi değiştirmeye yönelik çabalarının yanı sıra, demokrasi, hukuk, eğitim, sağlık gibi pek çok temel alanda ülkeye yaşattıkları olumsuzluklardan elbette ki çalışma hayatı ve sosyal güvenlik yani emekçiler, emekliler, dul ve yetimler özetle milyonlar da nasibi aldı. Ülke ekonomisini getirdikleri iflas aşamasını şimdi örtülü olarak uygulamaya çalıştıkları İMF politikaları ile düzelteceklerini zannediyorlar. Bu politikaların emekçiler, emekliler kısaca geniş halk kesimi bakımından ne anlama geldiğini geçmiş deneyimlerimizden dolayı hepimiz biliyoruz ve ne yazık ki bizi ekonomik anlamda çok daha zor günler bekliyor.

∗∗∗

Bu seçimlerden çıkan önemli sonuçlardan biri de şüphesiz ki ülkemizde var olan önemli gücünü şimdiye kadar pek te kullanmayan ve sayıları 16 milyona ulaşan emeklilerin tavrıdır. Gerçekten de benim de dahil olduğum pek çok kişinin düşüncesi emeklilerin bu güçlerini yaşadıkları tüm olumsuzluklara karşın kullanmadıkları şeklindeydi.

Hatta emeklilerin yaşadıkları tüm ekonomik güçlüklere karşın Erdoğan ve AKP destekçisi olduğu düşünülüyordu. Oysa bu kez seçim sonuçları gösterdi ki bu tür bir aidiyet söz konusu değilmiş. Ya da bıçak kemiğe dayandığında tüm dengeler değişebiliyormuş.

∗∗∗

Diğer taraftan Ülkemizde TÜİK verilerine göre 15 Milyonun üzerinde kayıtlı çalışan var. Kayıt dışı çalışanlarla birlikte bu sayının çok daha fazla olduğunu biliyoruz. Bu kesimin de emekliler kadar olmasa dahi yaşam koşullarının ne kadar güç olduğu ortadadır.

Dolayısı ile ülkemizde çalışan ve emekliler ile bunların ailelerini birlikte düşündüğümüzde bu ülke nüfusunun yarısından fazlasına tekabül ediyor. Böylesi Mevcut ekonomi ve yaşam koşullarından olumsuz etkilenen kitlelerin yönetime karşı bir tepkisinin olmaması sosyolojik açıdan izah edilebilir değildir. Netice itibarı ile geniş halk kesimleri geç de olsa vermesi gereken tepkiyi verdi. Hiç beklenmeyen yörelerden “sürpriz” olarak nitelendirilen sonuçların çıkması aslında bu tepkinin doğal bir tezahürüdür.

Burada konuyu sadece yaşanılan ekonomik olumsuzlukların sonuca etkisine bağlayarak muhalefetin çabasını ve başarısını küçümsemek gibi bir çaba içerisinde değilim. Ancak mevcut iktidarın bu güne gelinene kadar yukarıda da saydığımız Ülkemizin parlamenter demokratik yapısından tutun da Hukuk, eğitim, sağlık, gibi temel ve hayati konularında ne kadar yıkıma yol açtığını hepimiz biliyoruz, ayrıca bu yıkımın etkilerinin ortadan kaldırılması süreç içerisinde hiçte kolay olmayacak bunu da biliyoruz. 

Buna karşın Cumhuriyetle birlikte 100 yılı aşkın sürede oluşturulan bu değerler elimizden kayıp giderken ne yazık ki 20 yılı aşkın süredir iktidar neredeyse tüm seçimleri kazandı. Bu da sorgulanması gereken ve nedenleri üzerinde titizlikle durulması gereken bir konudur.

Şimdi artık önümüzde umudumuzu daha yükseklere ulaştırmamızı sağlayacak bir dönem var. Önümüzdeki seçimlerde de sadece ekonomik nedenlerle değil, sahip olduğumuz ve yok edilmeye çalışılan tüm değerlere sahip çıkmamız gerekliliğinden hareketle oy kullanmalıyız. Demokrasi, hukuk, eşitlik, parasız eğitim ve sağlık hakkı, sosyal güvenlik, sendikal haklar, kadın hakları özetle tüm sosyal haklarımız için tıpkı 31 Mart'ta olduğu gibi ülkemize sahip çıkmalıyız.

∗∗∗

Bu tepkiyi sadece üç haneli enflasyon ve hayat pahalılığı, artırılmayan emekli aylıkları ve ücretler, açlık ve yoksulluk sınırı gibi konularla bağlı tutarsak adeta açlıkla sınanmış bir toplum haline dönüşürüz. Bu da bize yakışmaz hadi gelin yine Zülfü Livaneli’nin o güzel şarkı sözleriyle tamamlayalım:

Kara kışın buzu bile

Sürmedi sonsuza kadar

Bahara döndü sonunda

Filiz sürdü kar altından

Umudu kesme yurdundan