Aşı tekelleri ve distopyamız
Dünya Sağlık Örgütü’nün ‘küresel pandemi’ ilanını baz alırsak, Kovid-19 distopyasına uyanmamızın üzerinden neredeyse 14 ay geçti. Acil onaylı aşıların uygulanmaya başlamasının üzerinden de beş ay... Çin, Yeni Zelanda ve İsrail gibi az sayıda örnek ‘umut’ veriyor olabilir. Açıkçası bana vermiyor. Aşı tekelleri, yeni mutasyonlar ve bağışıklık oluşumuna etkileri, küresel çapta yeni salgınlarla ilgili tartışmalar eşliğinde kapana sıkışmışlık hissine engel olmak zor. Yanılıyor olmayı umuyorum fakat bir sene sonra benzer tartışmaları yaparsak, hiç şaşırmayacağım.
Aklın yolu bir: Dünya çapında toplu, yaygın ve yeni mutasyon tuzaklarını ortadan kaldıracak seri aşılama. Bunun için ilk adım patent/ruhsat tartışmalarını aşmak. Ancak içinde yaşadığımız düzen insanlık açık tehdit altındayken dahi kötücül bir distopyanın ötesinde sonuç üretmemekte.
Geçenlerde Türkiye Komünist Partisi’nin de yer aldığı 40 kadar ülkeden işçi partileri uluslararası bir çağrı yayınladı. ‘Aşı patentlerine hayır’ başlığını taşıyan bildiride salgının bir yılda yarattığı küresel trajediye dikkat çekiliyor. Bildiride işaret edildiği üzere bir tarafta sağlıklarını, işlerini, hayatlarını yitirmiş, daha fazla yoksullaşmış milyonlar var. Diğer tarafta gıda, hijyenik maddeler, maskeler, ilaç ve aşıları satarak servetlerini katlayan fırsatçılar. Ve iş aşılara geldiğinde, kapitalizmin en aşina olduğumuz tezahürü olan tekelleşme.
Bu bir senede büyük ölçüde kamu fonları ve binlerce bilim insanının ortak çabalarıyla aşılar geliştirilmiş olabilir. Ancak böylesine bir halk sağlığı krizinde bile ‘fikri mülkiyet hakları’ yüzünden yeterince işlevsel kılınamıyor.
Aralık ayından bu yana 7 milyan 800 milyon civarındaki dünya nüfusuna 1.1 milyar doz aşı vuruldu. Yarısı Çin ve ABD’de, orta ve düşük gelirli ülkelerde durum vahim. Dünya nüfusunun sadece yüzde 4 civarı tamamen aşılanabildi. Aşıların yüzde 90’ını 5 büyük şirket üretiyor. Bunların çoğu zengin ülkelerde. Ancak zenginler bile -AB’nin AstraZeneca örneğindeki gibi- ilaç şirketlerini teslimat sıkıntıları yüzünden dava eder hale geldi.
Hindistan ve Güney Afrika’nın başını çektiği 100 kadar ülke geçen kasımdan bu yana çağrı üstüne çağrı yapıyor. Talepleri düzeni değiştirmek de değil. Dünya Ticaret Örgütü’nün (DTÖ) Kovid-19 aşılarının seri üretim ve uygulamasını kolaylaştıracak geçici patent/ruhsat muafiyeti çıkartması. TRIPS diye anılan ‘Ticaretle Bağlantılı Fikri Mülkiyet Anlaşması’, DTÖ”nün geçici muafiyetine imkan veriyor. Aslında bu pandemi koşullarında hiç patent uygulanmaması lazmı ya, en azından yasal engeller geçici olarak kaldırılabilir. Böylece ülkelerin aşı üretip nüfuslarını gereken hızda aşılamalarının önemli bir adımı atılmış olur.
Aşıların eşit dağılımı da mümkün kılınır. Aşıların yüzde 80’i zengin ve orta gelirli ülkelerin yurttaşlarına gitti. Sivil toplum kuruluşlarına bakılırsa, 70 ülkede her 10 kişiden 9’u bu yıl aşı göremeyecek. Yoksullar 2024 sonuna kadar toplu aşılamayı unutabilirler.
Virüs mutasyona uğrayıp dururken, bu zamana karşı bir yarış. Fakat başta ABD, Britanya, AB ile Japonya ve Brezilya, DTÖ’de geçici patent muafiyetini bloke ediyorlar. Büyük ilaç şirketleri ile lobilerinin temsilcileri de öyle.
‘Neden’ diye sorulduğunda verdikleri yanıt ‘bunun çok karmaşık bir durum’ olduğu. Aynısını AB ve Almanya’dan aldığı kamu kaynaklarıyla çalışmalar yürütmüş bilim insanı olarak BioNTech’in kurucularından Prof. Uğur Şahin de söylemiş. “Öyle basit değil” diye... Peki neden? Çünkü ‘aşı üretimi 20 yıllık bir tecrübeye dayanıyormuş’. Topu birlikte iş yaptıkları ortaklarına atıp, geçici muafiyet için “sonu düşünülmeden edilmiş sözler” demeyi uygun görmüş.
Geçici patent muafiyetine itiraz edenler ‘fikri mülkiyet haklarının aşı geliştirmeye engel olduğuna dair ortada kanıt olmadığını’ iddia ediyor! Hem dünyada üretim kapasitesinin sorunu çözeceğini söylüyorlar hem de en büyük sorunun üretim düzeyi ve üretimin zaman alması olduğunu belirtebiliyorlar. Tabii asıl dertleri geçici muafiyetin inovasyonu öldüreceği tezi. Peki neden? Çünkü şirketler araştırmaya yatırım yapmayacaklar. Döndük geldik kar kısmına. Karlarını zaten katladılar. Ve ruhsat verdiklerinde kar etmeyecekleri anlamına gelmiyor. Covid-19 aşısı bağlamında tekel olamayacakları anlamına geliyor.
Patent/ruhsat muafiyeti tüm sorunları çözmese de insanlık hayrına büyük bir adım olur. Yoksa elbette ki üretim ve dağıtım, tedarik zincirleri ve hammadde ile teknoloji transferi de var. Fakat şu işe bakın ki örneğin Dünya Sağlık Örgütü, Kovid-19 ile savaşmak için aşılar, testler, tedaviler ve diğer sağlık teknolojilerinin paylaşımı için Teknoloji Erişim Havuzu (C-TAP) oluşturmuştu. Bu girişimde 30 ülke ve kurumlar var. Kimler yok? En başta gelen aşıların üreticileri.
Önlenebilir bir salgında ikide bir eve tıkılarak yaşamakta, hayatlarımız alt üst olmaktayken, kapitalizmin girdabındayız. İnsanlık hayrına araştırmanın temel güdüsünü rekabet ve kar hırsı olarak koyan, dayanışma ve işbirliğine yer bırakmayan bir girdap bu. Geçenlerde OECD’nin bir notunda ve Bloomberg’deki makalede dikkatimi çekti. Normale dönüşün reddiyesi kurgulanıyor. Bloomberg yazarı Andreas Kluth, açıkça yeni mutasyonlar üzerinden ‘cesur yeni dünyamız için kalıcı pandemiyi planlamaya başlamalıyız’ diyor. Bizler de tekellere karşı ses yükselterek işe başlayabiliriz.