Bir sonbahar günü ellerindeki tahta bavullarla Sirkeci garından yola çıktıklarında tek amaçları vardı

Bir sonbahar günü ellerindeki tahta bavullarla Sirkeci garından yola çıktıklarında tek amaçları vardı; bir ev parasını denkleştirip geri dönmek. Küçük bir birikim uğruna düşülen yolların üzerinden neredeyse yarım yüzyıl geçti. Gidenler dönmediği gibi, her sene gidenlere yenileri eklendi.

Savaşın yakıp yıktığı topraklarda, kapitalist kalkınma için ucuz işgücünü oluşturdular. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra hızlı bir kalkınma sürecine giren Batı Avrupa ülkelerinin cehennem mahşeri koşullarında çalıştırılmak için ağızları, dişleri kontrol edildi, gelecek güzel günler adına, aş için iş için katlanmak zorunda kaldılar bu hakaretlere.

Dişleri ve ciğerleri sağlam olmalıydı ki, yeraltı maden ocaklarının, kömür havzalarının ve demir çelik fabrikalarının en ağır koşullarında çalışırken kapitalist sisteme ek maliyet çıkarmasınlardı. Yola düşenler daha fazla sömürü daha fazla kar için sağlıklı olmalıydılar.

Aradan elli yıl geçti neredeyse, tüm vaatlerine rağmen tüm şaşaalı ihtişamına rağmen vahşi kapitalizmin koşullarında tüm gün çalışmalarına rağmen, bir ev parasını biriktirecek koşulları bulamadılar. Kapitalizm tüm iliklerine kadar sömürmesine rağmen, gurbetçilerin payına "refah devletinden" ancak daha fazla çalışmak düştü.

Neredeyse yarım asır dolmak üzere. Ne İsa'ya yarandılar ne de Musa'ya! Sağın ve cemaatlerin oy deposu oldular. Milliyetçiler tarafından Avrupa'daki “Truva Atı” muamelesine maruz kaldılar. Her seferinde ihanete uğrasalar da sağın arka bahçesi olmaktan vazgeçemediler. Buna rağmen her seçimde inançlarının tersine de olsa bulundukları ülkelerdeki sol, sosyalist partilere oy verdiler. Tarihin cilvesine bakın ki sınır kapılarında sağcı, milliyetçi partilerden yana oy kullandılar.

Aradan elli yıl geçti, gurbetçiler yine gündemde. Bugünlerde asimilasyon mu entegrasyon mu tartışmalarının tam göbeğindeler. Burada "Sakın bana anadille eğitim için gelmeyin" diyen bir başbakan, oralarda ise anadilde eğitimi istiyor. Bunca yıl gurbetçilerin üzerinden elde ettiği rant yetmezmiş gibi, onlar üzerinden esmeye devam ediyor.

Gurbetçiler sadece cemaatçilerin, aşırı sağcıların değil aynı zamanda küresel ekonomik krizin ilk hedef tahtasına oturdukları arasında yer alıyor. 60'larda davul zurnalarla resmi törenlerle karşılanan gurbetçiler iki binli yılların başındaki küreselleşme heyulasının hedefi oldu. Küreselleşmeyle birlikte Avrupa'yı etkisi altına alan muhafazakar sağ ideolojinin hem ideolojik hem de politik suçlamalarına maruz kalıyorlar.

Elli yıldır batı toplumunun ayak işleri yapmak zorunda bırakılan "gurbetçiler" kendilerine başka türlü koşullar sunulmuş da kendileri istemiyormuş gibi, bulundukları ülkelerin sosyal ve kültürel yaşamına yeterince entegre olmamakla itham ediliyor. "Gurbetçiler" ise kendilerinin asimile edilmeye çalışıldığını savunuyor. Asimilasyon mu entegrasyon mu tartışmaları alevlenirken, Fransa'da Sarkozy, Almanya'da Merkel, İngiltere'de Cameron Hollanda'da Wilders, İtalya'da Berlusconi, Danimarka'da Rasmussen, İsviçre'de ise kantonlar göçmenleri hedef tahtasına oturtmuş durumda.

*********

Che ve Bolivyalı küçük asker

Nicolas Guillen'in yazdığı Ülkü Tamer'iin çevirdiği o muhteşem şiirde dendiği gibi şayet "Bolivyalı küçük asker" silahını doğrultup yüzlerce mermiyi Arjantinli genç doktorun bedenine boşaltmasaydı, dünya tarihi nasıl şekillenecekti? Küba'nın ardından Bolivya'da da başarıya ulaşacak bir devrim, Latin Amerika'yı ve de tüm dünyayı nasıl şekillendirecekti?

Sorunun cevabı hiç bir zaman tam olarak bilinemeyecek, fakat bilinen bir gerçek var ki o da her türlü konformizmi reddederek ömrünü halkların kurtuluşuna adayan Che o gün o dağlarda vurulmasaydı, yakın tarih bugün daha farklı yazılacaktı.

İrlanda ve Basklı damarlarının tüm asiliğini bağrında taşıyan Ernesto Che Guevara, bundan 43 yıl önce  9 Ekim 1967'de Vallegrande yakınlarındaki La Higuera’da Bolivya ordusu tarafından bir okul binasında katledildi. Ölümü ve idealleri üzerine bugüne dek çok şeyler yazıldı, çizildi. Kendisini katleden zihniyet bugün kendisini bir moda ikonuna çevirse de, idealleri her zamankinden daha fazla canlı ve de etkili.

Arjantin'de doğan bu asil ve asi genç tıp eğitiminin ardından Castro kardeşlerle tanışarak 59'daki Küba devriminin lider kadrosu içinde yer aldı. Devrimin ardından diğer ülkelerdeki devrimci hareketlere katılmak üzere Küba’dan ayrıldı. İlk olarak Afrika'ya Kongo'ya gitti, Angola'da bulundu. Buradaki liderlerle anlaşamayınca yeni bir gerilla savaşı başlatmak üzere Bolivya dağlarına gitti. Yakalandı, elleri ve kolları kesildi. Cesedi yakın bir zamana kadar saklı tutuldu, gizlendi. Elleri olmayan cesedinden kalan kemikler 1997'de Vallegrande yakınlarındaki bir uçak pistinin altından tesadüfen kazılarak çıkarıldı, 17 Ekim'de Santa Clara'da özel olarak hazırlanmış anıtmezara gömüldü.

Enternasyonal proletaryanın sönmeyen yıldızı Che, yaşarken de ölürken de dünya üzerindeki sosyalist devrimci hareketlerin sembolü haline geldi. Guevara'nın ölümünün Latin Amerika'daki ve üçüncü dünya ülkelerindeki sosyalist devrimci hareketlere indirilmiş en ağır darbe olduğu bugünden daha iyi anlaşılıyor.