Aşmalısın yoksa öldürür uygarlık
Ne oldu Bolivya’da? Yerlilerin yurttaşlık haklarının tanınmasını, iktidara ortak olmasını hazmedemeyen her zaman sermayenin vurucu gücü olmaya özenen ırkçılar şimdi La Paz sokaklarında dolaşıyor. Emperyalistler, Bolivyalı para babaları, ülkeyi kendi özel mülkleri sayan kapitalistler, “sosyalizme doğru ilerleme” projesiyle üst üste seçimleri kazanan Evo Morales’e öfkelerini kustular.
Tarihçi Chris Harman’ın “Halkların Dünya Tarihi”nde (Yordam yayınları) anlattığına göre yirmi iki yüzyıl önce adı belirsiz Çin imparatoru, “günü eleştirmek için geçmişi kullananların” öldürülmesini emretmiş. Aztekler, 15. Yüzyılda Meksika vadisini ele geçirdiklerinde kendilerinden öncekilerin belgelerini yok etmişler. İspanyollar Azteklere saldırdıklarında da önceliği bütün Aztek belgelerini yok etmeye vermişler. Bu “alışkanlık” devam ediyor. Ötekinin tarihini yok etmek gerek ki, her şey seninle başlasın, öyle mi?
“Aklı başında” atalarımızı “homo sapiens sapiens” diye adlandırmışlar. Günümüzden yaklaşık 150 bin yıl önce avcılık, toplayıcılıkla yaşayan insanlar bunlar. Baskı nedir bilmiyorlar, devlet diye bir şeyden haberleri yok, oradan oraya, galiba nerede karınları doyuyorsa oraya, göçüp duruyorlar. Cinsel baskı, “git kahve getir, kek yap” falan da yok, kadın erkek birlikte, çok da bilincine, farkına varmadıkları doğal bir özgürlük içinde yaşayıp gidiyorlar. Gelişmeleri de yavaştır. Zamanımızdan en erken 10 bin yıl kadar önce kurdukları yerleşik köyler arasında çatışmalar başlıyor. İşte gördünüz mü uygarlık dediğiniz ‘tek dişi kalmış canavar’ın öncülleri ne kadar yavaş gelmiş ‘Sapiens sapiensin’ torunlarına.
İlk sistemli savaş bu dönemde oldu diyor tarihçi.
Talan, ilhak, işgal; tarih bu mudur?
Dünya nüfusunun arttığını, birbirinden uzak bölgelerde yerleşmiş insan topluluklarının kendi uygarlıklarını kurduklarını biliyoruz. İnsanoğlu bir vakit durduğu yerde duramaz, sömürü yalnızca kapalı alanda kalırsa olmaz ki, uzaklardaki zenginliklere ulaşmak, elde etmek, yerleşmek, yerüstü yeraltı demeden sahiplenmek, işgal etmek, insanları köleleştirmek gerek.
Egemenliğin başlıca aracı haline gelmiş devletlerin birbirine saldırmadan duramadıklarını ya da var olamadıkları bir gerçek. Durmadılar, durmuyorlar, durmayacaklar. Yine ellerinden gelseydi, her türlü eleştiriyi kendi yazdıkları tarihin gölgesinde mahkûm eder, “konuşmak yasak” derlerdi. Ama durun bir dakika, demiyorlar mı? Demiyorlarsa neden “eleştiri eşittir terörizm” saçmalığı gündemde, neden gerçekleri yazıp geleceğe aktarmanın en önemli aracı olan medyayı, gazeteciyi yok etmeye çalışıyorlar?
Yok canım abarttın sen de. Yok öyle bir şey. Artık tarih yok edilemez, eskiden evet kütüphaneleri yakıp yakıyorlar, geçmişle ilgili bir şey kalmasın diye çok çalışıyorlardı ama şimdi? İnanmak istiyor insan ama öyle değil gerçek işte; kitaplar hâlâ toplanıp meydanlarda yakılıyor, kütüphaneler talan ediliyor, egemen sınıfların hizmetine koşan darbecilerin kolluk kuvvetlerinin ev baskınlarında ilk işleri, varsa kitaplığa saldırmak, ortada değilse, görünmüyorsa “nerede kitaplar?” diye celallenmek oluyor. 12 Mart - 12 Eylül günlerinde evlerin bacalarında “kitap dumanı” tütmedi mi? Tarih baskının, zorbalığın, sınırlar aşan sömürünün tarihidir ama öyle mi yazıyor kitaplarda? Bu nedenle egemenler tarih hep kendileriyle başlasın isterler. Geçmişi kendileriyle başlayan o tarihten geriye doğru yeniden yazmak isterler.
Bunun gereğidir geçmişi “değiştirmek”.
Zorlaştı tabi, artık o kadar kolay değil; bilgi, belge daha kolay sağlanabiliyor, saklanabiliyor; şimdi büyük tehlike bilginin belgenin deforme edilmesi, değiştirilmesi, isteğe göre makyajlanması, foto-shoplanmasıdır. Ama eski usulleri de tümden terk etmiş değiller; kimi ülkelerde gerilik, gericilik tarihin de gerisine düşmeye başlayınca, eski usullere başvuranların sayısı artıyor; suçların çapı çerçevesi değişiyor. Unutmamalı, Heinrich Heine sözüdür; “Kitap yakılan bir yerde sonunda insanları da yakarlar.” Biz de önleyemediğimiz için suça ortak tanıkları değil miyiz o yangınların. Sivas’ta kitap yakmaya pek meraklı güruhun, yazarları yakmaya giriştiğini, yaktığını bilmiyor muyuz?
Bolivya yalnız değilsin Bolivya
Nereden nereye geldim ben de; derdim, tarihten söz ederken, zamanımıza, güncele gelmekti; nerede talan sürüyor, kim hangi ülkeyi hangi yöntemlerle işgal ediyor, nerede kendine bağlı köhnemiş ırkçıyı, smokinli işbirlikçiyi buluyor da hükmünü yürütüyor, onu anlatacaktım. Kuşkusuz en son örnek biraz uzak ama belki de sanıldığından daha yakındır. Latin Amerika’nın Che’yi öldürdükten sonra onun düşünü gerçekleştirmeye girişen ülkesinden söz ediyorum; Bolivya’dan. Ne oldu Bolivya’da? Yerlilerin yurttaşlık haklarının tanınmasını, iktidara ortak olmasını hazmedemeyen her zaman sermayenin vurucu gücü olmaya özenen ırkçılar şimdi La Paz sokaklarında dolaşıyor. Emperyalistler, Bolivyalı para babaları, ülkeyi kendi özel mülkleri sayan kapitalistler, “sosyalizme doğru ilerleme” projesiyle üst üste seçimleri kazanan Evo Morales’e öfkelerini kustular.
Darbenin öznesi de, yüklemi de, tümleci de onlardır. Kara cümleyi silecek olansa Bolivyalılardır, vazgeçmeyenler, direnenler yani...
Korkut Boratav Hocamız yazdı. Özeti burada olsun, aslını Sol Haber’de, daha pek çok yerde bulur okursunuz, şöyle dedi: “Lümpen proletarya, kentli ve beyaz küçük burjuvazinin sürükleyeceği “sivil darbe” girişiminin Bolivya’da tutmayacağı anlaşılınca emperyalizm, “Güney” coğrafyasındaki geleneksel yöntemine yerli oligarşi ile ittifak içinde döndü: Askerî darbe…
Keza, Bolivya’da olup bitenleri egemen söylem ve medya içinden izlerseniz, Morales’in “hatalarını” ayrıntılarıyla öğreneceksiniz; ama ABD emperyalizminin belirleyici rolünü gözleyemeyeceksiniz. Zira emperyalizmin bilgi akımları üzerindeki etkili denetimi belirleyicidir.”
Öyle midir, öyledir.
Acele etmek gerek
“Pax Americana ölmedi” diye çığlık atan emperyalist hâlâ işbaşında; her zaman her yerde “demokrasinin bekçisi” olarak piyasa yapan neo-liberalizmin utangaç savunucuları ise ne diyeceklerini bilemediler. Bu nedenle de Morales’in hatalarını, örneğin “sistemin araçlarıyla sosyalizme gidilemeyeceği gerçeğini” öne sürüp darbeyi geri plana çekerek, hafif bir tebessümle “kabahat Morales’te efendim” diyorlar diye hüzünlenmeyelim. Biz şimdi güncelin pek çarpıcı gerçeklerine bakıyor, sonra silinip gitsin diye uğraştıkları tarihe dönüyoruz. Marx’ı, 1871 Paris’ini, Komün günlerini hatırlasak yeter. İşte hep bunun için geçmişi unutturmak, yeniden yazmak istiyorlar ya. Çarpıtılmamış, resmileştirilmemiş tarih, bugünü anlamayı kolaylaştırır. Esnaftan başka sınıf tanımayanların tarihi gizleme çabaları ise kendilerine düşecek payla ilgilidir; öyle oldu hep, ama medya ne kadar gizlemeye, kirli, isli, paslı haberlerle üstünü örtmeye çabalasa da gerçekler ortaya çıkıyor günün birinde.
Diyorum ki ben, Bolivya yenidir, öncesi Şili’dir, Venezuela’dır; sıranın kendilerine gelmesini istemeyenler gözlerini içeriye çevirecek, içerde durumu düzeltmek için çabalayacaklar, uzun ya da kısa başka yol yok. O yolculukları anlatan kitaplara döneceğiz yeniden. Raşit Kaya Hocamız da yazdı “İspanya-Faşizmden Demokrasiye” adlı son kitabında (Ayrıntı Yayınları) ama o da artık bir başka yazıya kalsın.
Tamam, biliyorum, zaman kısadır, yaz ne yazacaksan, iş işten geçmeden diyorsunuz; haklısınız, acele etmek gerek, acele etmek gerek, acele...