Her halkın bir adı varmış, bizimkilerin binmiş

Her halkın bir adı varmış, bizimkilerin binmiş. Kırmanc, Zazu, Kurd, Tırkmen, Hermeni, Kızılbaş, Rafizi, Bektaşi, Saresur, İranız, Dêsımız, Mamekiz, Horasanız, hangisini saysam bela getirirmiş. Aşağı insem, Hormekiz, Kuresiz, Bavamansuruz, Alız, Areyiz, Seydiz, Sarısaltığız, Usviz, Qırğız, Avvasız, Demeniz, Qarabalız, Kalferatız, Heyderiz, Şıhhesenizmiş. Bunlarsa cemmiş, cemaatmiş, haştiyeymiş, ikrarmış.

Eski yüzyıllarda, çok ama çok eskilerde, ta bin yıl evveli, Yunan leşgerlerinin yolu bizim ellere düşer olmuş. Vakit, tıpkı bugünler gibi insanın insanı yediği zamanlarmış. O vakit seferdeki ordular, yanlarında yemci, bileyci, tahılcı, aşçı, izci, bir de tarihçi götürürmüş. Eğitimli, çok dilli, bilgeler bilgesi olan bu yaşlı-başlı insanlar ellerindeki kapkalın deftere, gördüğü, duyduğu, dinlediği her şeyi bir güzel notlarmış. Bizimkileri görür görmez “Ateşetaparlar” diye yazmış. Bir adımız da bu kalmış. Efendime söyleyeyim, Işıklar’dan, Siraçlar’dan, Luwiler’den, daha dünkü çocuk olan Allawiler’e dek adımız ateşten yazılmış. Zati tüm ilkel dinler, ateşe, güneşe selam durmuş, dualar etmiş.

Dağlarımızda ateşler sönmezmiş. Thujik, Düzgün, Jel, Koye Sıpi, Koye Sur hep kızılmış. İçinde bir oda, bir salon, altında hayvanları saklayan axurdan ibaret hanelerde ise ateş berdevam yanmadaymış. Ocak, üstte on, on iki kişiden ibaret boğazı, alttaysa bir iki düzine hayvanı ısıtırmış. Pir ateşe girmiş, bir güzel sınanmış, dewres ise kor ile közü elleriyle söndürmüş. Size anlattığım masallar işte bu ocakların etrafından yadigârmış.

Ta Sümerler döneminden kalma ocakları söndürmek xırav, hele ateşe su dökmek affedilmez günahmış. Bizimkilerin, Yunan tarihçinin gelmesinden çok evvel yaşadığı yerlerden biri olan Yezd’de, adına Ataşgâh derler bir tapınağın en derinindeki bir odada ateş tam bin yüz senedir sönmemiş. Eski Romalılar ama her ateşten bahsedildiğinde, kötülük getirmesini önlemek için su dökermiş.

İran içi Yezd’in o eski ibadethanesindeki ateşin yakılmasından çok sonra, bugünden yüz seneden de erken, geçen otuz sekiz’in o sessiz yazında, Laç adında bir bahtsız derede, karşılarında gürleyen top, enselerinde namlunun soğuk nefesiyle yapayalnız düşünce bir Kırmanc kafile, başka bir Kırmanc grubuna, ve büyük bir kederle de, “Heq adıre aşiri wedaro!” demiş.*

İnsan ateşten korkmuş. Evine almış, hapsetmiş. Şömine yapmış, etrafında muhabbet için. Bazen de şömine etrafına aşk ateşini yakmış. Ateş çünkü, aşığı yiyip bitiren aşkın sembolüymüş. Ateş apaçık cinselliği, bir de doğuruşu simgelemiş. İki odun parçası sürtünmüş, önce duman, derken alev, sonra tohumlar atılmış. Ateşin ısısı güneştenmiş. Güneş bir ateş topuymuş. Yeni doğana ilk öğretilen, ilk evrensel yasak, “dokunma yanarsın”, yani “buww”muş. Ateş hayatmış, rengi kanı hatırlatmış. Isısı insanın bedenindeymiş, sindirime bile ateş egemenmiş.

Ateş ölüm, yıkım, ıstırap, yaşammış. Şeffaf, esrarlı, bilinmez, elle tutulmaz olsa da, parmaklarla gölge oyunları oynarmış. Yaktığı her yeri temizlemiş, arındırmış, aydınlatmış. Kilise babaları İsa’ya, lucifer, lampas, lumen, lux, sol iustitiae, sol novus, stella adlarını bundan vermiş. Hepsi de ışık, güneş ve ateşten ibaretmiş. Peygamberler devrinden modern siyasal liderlere, milattan evvelden milenyuma, bir dinin, fikrin, ideolojinin takipçileri, liderlerine zaten hep “güneşimiz” demiş. İlahi ateş derken, canlı-kanlı Simyacı’nın marifeti de ateşmiş.

Dante’nin Cehennemi’nde sapkınlar için ateşten mezarlar varmış. Kâfirler, Sodomistler, dini makamları alıp satanlar baş aşağı tutulur, ayakları yakılır, ateşten zifte daldırılıp çıkarılırlarmış. Aziz Alfonso’nun tasvirinde, lanetlenmiş olanların altında, üstünde, çevresinde hep ateşten uçurumlar dururmuş. Dokunan, görülen, nefes alınan her şey sırf ateşmiş.

Yüzyıllarca, Ortaçağ’daki sapkınlardan, on sekizinci yüzyıla uzanan Cadılar’a kadar birçok kişi kazığa bağlanıp yakılmış. Biri de otuz yıl evvel bizde ağaca bağlanan Behzat Firikmiş. Ağaç Behzat’a yanmış. Ateş, birisi idam mangasının karşısına dikildiğinde verilen son emir, ölüm yolcusunun duyduğu son insan sesiymiş. Sadece insanlar değil, mesela Naziler ya da on iki eylülcüler kitapları yakmış. Don Kişot’un kitapları, Elias Cannetti’nin kitaplığı, Fahrenheit 451’deki mahkûm edilmiş kitaplar hep ateşle yanmış.

Ateş kötülüğün nişanıymış. Kıyamet ateşle kopacakmış. Hava ve su kirlenecek, ateş her şeyi önüne katıp yakacakmış. Kobane’de yanan ateş, göğe yükselen dumanlar her yanı sarmış. Bu ateşi, ne Dante’nin Cehennemi, ne Alfonso’nun hayali görmemişmiş. Laç’ın karşısındaki top, bizimkilerin ensesindeki namlu, Eski Romalıların döktüğü su karşısında halt etmiş.

*Heq adıre aşiri wedaro: Allah aşiretlerin ocağını söndürsün!