Kazım Dede sadece köyünde değil, Karakoçan’dan, Ankara’dan, İstanbul’dan, ta Alamanya’dan, Aborjinlerin ülkesinden misafir kabul eden bir yaşlı adamdı. Elinde bir kitap vardı, önünde huşuyla bekleyen biçarelerin önce doğduğu güne, açık alnına, sonra önündeki kitabın sayfalarına bakıp, başına gelecekleri haber veriyordu.

Dedenin kapısının eşiğinden düşmeyen masumlar, bir gün çocuğunun olup olmayacağını, nasibi çıkıp da bir koca bulup bulamayacağını, hükümetin açtığı sınavı kazanıp kazanamayacağını, bir işe girip ev kurup kuramayacağını merak eden sıradan insanlardı. İnsan bu, geleceği merak eder.

Onun kapısına yüzünü süren iri bir grup ise, ne zaman öleceğini öğrenmek isteyenlerden oluşuyordu. Bunlar, ölümü -bir sevgili gibi- büyük bir şiddetle merak ediyorlardı. Aynı zamanda ölümden dehşet korkuyorlardı. Hayır, Kazım Dede müneccim veya falcı değildi. Sakalları uzun bir zamane dervişiydi.

∗∗∗

Kazım Dede, Danaburan’da yaşıyordu. Köy onunla ünlüydü. Qıyi Şayi’nin öldüğü günü söyledi, o, belirtilen gün geldiğinden çarşıya gelmişti. Ziraat Bankası’nın önünde -karısıyla yürürken- karısına döndü ve bugün Kazım Dede’nin söylediği gün dedi, ayağı birden kaldırıma takıldı, düştü ve öldü.

Bizim Çayan dört üniversite bitirdi, elinden her iş geliyordu. Kazım Dede, yarım asır evvel o doğduğunda, bu çocuk çok zeki olacak, bir sürü nam alacak, çok zengin olacak, dedi. Çayan tam dört diplomayla yıllardır işsiz, şu sıralar Şığank’te annesine bakıyor.

Yüksel abla henüz on beşindeydi, karlı bir gündü, Kazım Dedeyi getiren taksi Mazgirt yokuşunda kalakaldı. Araç içindekiler Yüksel ablanın ailesine misafir oldu. Dede Yüksel için yıldıznameye baktı, ne dediyse çıktı, on yıl dolmadan.

İnsan geleceği hep merak etti. Gülyüzlü sevgiliyi, kaç yıl daha yaşayacağını, ölümünü, şeklini, göçeceği gününü, hatta saatini bile merak etti. Bu merak, kaos ve belirsizlik dönemlerinde daha da arttı. Zamanla müneccimler, falcılar popüler meslekler haline geldi. Bunlar yaşamın değil -daha çok- ölümün habercileriydi.

∗∗∗

Genellikle geçmişin hayaletleriyle, anılarıyla yaşayan bir tür olarak insan -paradoksal şekilde- geleceği merak etmiştir. Oysa insan, yaşlanma karşıtı ürünler sanayisini harıl harıl -anti-aging- çalıştırdı ve “yaşını göstermemek” başlı başına bir amaç, bir marifet haline getirildi.

İki yıl evvel başlayan Ukrayna savaşında kaç bin askerin ve sivilin öldüğünü dünya artık merak dahi etmiyor. 7 Ekim’de Hamas saldırısı ile başlayan İsrail’in Gazze bombarımanında -bir kaç ay içinde- otuz bin insan -çok sayıda çocuk- dünyanın gözü önünde öldü. İsrail, bir ölüm makinesi gibi ve Gazze günümüzün Auschwitz’i durumunda. Ölümün bu derece sıradanlaşması, geleceğin nasıl olacağına dair kuşkuları ve korkuları da beraberinde getiriyor.

Bizim rahmetli Kazım Dede yaşasaydı, yıldıznamesini kapatıp, gelecekten haber verme hünerinin sona erdiğini bize verirdi. Dünya öylesine derin bir belirsizlik, korkunç bir kaos içerisindedir ve kaos her zaman umutlu bir başlangıcın da işaretidir.