Cem Yılmaz’ın Netflix’te yayımlanan ‘Do Not Disturb’ filmdeki karakterlerin insan ilişkileriyle ilgili ıstırapları ve savunmasızlıkları, günümüzde yaşanan sorunların nedenlerini anlamak için hepimize yardımcı olabilir.

Ayzek’in ıstırabı…
Fotoğraf: Netflix

Hakkında peş peşe güzel yazılar çıktı Cem Yılmaz’ın ‘Do Not Disturb’ filmi hakkında. Amacım bir sinema yazısı yazmak değil ama yarattığı Ayzek karakteri aracılığıyla günümüz ahlak dünyasını ve kişisel gelişim endüstrisinin amaç ve sonuçlarını düşünmek keyifli. Filmi Ömer Kavur’un‚ Anayurt Oteli’yle karşılaştırmak bile geçmişten günümüze yaşanan varoluşsal sorunlara dair güzel ipuçları veriyor.

Örneğin Ayzek karakterinin, kendisine verilen bahşişleri ısrarla cebine değil de kutuya atması, tinerciyle kavgaya tutuşmak gibi korkulup uzak durulacak durumların üstüne gitmesi gibi pek çok günümüz ‘rasyonel’liğine aykırı bir davranış içinde olması, aslında nasıl içten içe ‘iyilik’ten uzaklaşıldığı ve insanları sürekli bir risk hesabı yaparak korku içinde yaşamaya zorlayan bir normalliğin içine hapsolunduğunu gözler önüne seriyor. Bu arada gerçekten korkulacak şeylerin hepsi de gerçekleşiyor, intihar ya da cinayet girişimleri, bıçaklanma vs... Bir yandan da bütünüyle kişisel gelişim videolarına göre bir hayat yaşandığında nasıl bir yabancılaşmanın olacağı da...

AYZEK’İN ARZUSU

Ayzek’in arzusu, aslında çok açık, rahat bir uzun hayat, kişisel gelişimcilerden öğrendiği çay ve yemek tarifleriyle... Aynı zamanda kendini değerli hissettiği sevgi dolu bir yaşam. Takip ettiği ‘Peri Sözleri’ hesabının bütün direktiflerini ezberleyip hayatına uygulayarak bunu başaracağına inanıyor. Ama mesele diğer insanlarla ilişkiye ve dışarıya açılmaya gelince, kesinlik, sükunet ve ruhsal rahatlıktan çok uzak, sürekli bir bilmece çözer gibi hesap yapılarak endişe ve korkuların üstesinden gelinen, dağınık, belirsiz ve güvenilmez bir dünyayla karşı karşıya kalıyor. Filmde diğer insanlarla ilişki kurma heveslisi olan sadece Ayzek’tir ve bir noktaya kadar herkese bir ‘iyilik’ de yapar, yalnızlıklarını paylaşır, onlara değer verir. Ama sonuçta en çok zarar gören de o olur, iyilik ve saflık cezalandırılır, intihardan kurtardığı profesör bile ona borç takıp gitmiştir.

SAVUNMASIZLIK

Freud’un bahsettiği üç ana evrensel korku ve ıstırap şöyledir: Çürüyüp çözülmeye mahkûm olan kendi bedenimiz; ezici ve insafsız tahrip güçleriyle dış dünya ve son olarak diğer insanlarla ilişkilerimiz. Bu üç ıstırabın en acı verici olanı olarak da insan ilişkilerini gösterir Freud. Filmdeki karakterlerin tamamının hastalık ya da dış dünyanın ezici güçlerinden çok insan ilişkileriyle ilgili ıstıraplar yaşıyor olmaları ve ilişkiler karşısında yaşadıkları savunmasızlıkları, günümüzde yaşanan sorunların nedenlerini anlamak için yardımcı olabilir. Adam Phillips ve Barbara Taylor’ın‚ İyilik Üzerine’ adlı kitaptaki sözleri bu açıdan önemli: "Herkes hastalık, kaza, şahsi trajedi, siyasi ve ekonomik gerçeklerin tehdidi altında. İnsanlar dayanıksız ve zorlukların üstesinden gelemiyor demek değil bu. Başka insanların savunmasızlığına tahammül etmek; bu durumu ortadan kaldırma ya da insanları bu durumdan çekip çıkarma ihtiyacı duymadan, zihnen ve fiilen duruma dahil olmak; insanın kendi savunmasızlığına da tahammül etmesini gerektirir. Esasen ortak noktamız savunmasızlık demek gerçekçi bir yaklaşım olabilir. Savunmasızlık birbirimizle temas kurduğumuz bir vasıta, karşımızdakinde bize en tanıdık gelen temel niteliktir."

RASYONEL HAYAT

Bauman da ‘Akışkan Korku’ kitabında, Freud’un bahsettiği bu üç korkudan günümüzde en belirleyici olanın insan ilişkileri olduğunun altını çizer: "İnsanlar arası düşmanlıklar ve kötü niyetle ilgili olarak, vaat edilen güvenliğin yalnızca tam olarak gerçekleşmeyip, buna yaklaşılmadığı, hatta daha da uzaklaşılmış olabileceği neredeyse oybirliğiyle kabul edilmiştir." Bugünkü rasyonel inanışı, insanlara kendi çıkar ve tatmininin peşinden gitmesini, diğerlerinin çıkar ve tatmininin ancak kendilerininkini etkilediği kadarıyla dikkate alınmasını gerektiğini öğütlüyor ki, böyle bir ortam dostluğu ve yakınlığı tuzaklarla dolu bir alanda tedirginliklerle yaşanır hale getiriyor. Böyle tedirgin bir şekilde yaşamak, nasıl rasyonel olabilir ki? Bu bağlantısızlık hali derinleştikçe dünya da anlamını yitiriyor.