Üç dört yaşındaymışım galiba. Bayramda annem beni güzelce giydirdikten sonra evden çıkmak istemişim. Babam nereye gidiyorsun diye sormuş. Bayram‘a demişim. Köydeki bakkalın adı Bayram‘mış. Rahmetli babam bu anıyı anlatırdı. Sonra bayramın diğer çocuklarla birlikte şeker toplamaya çıkılan, herkesin güler yüzlü olduğu ve çocuklara harçlık verilen özel günler olduğunu anlamam çok sürmedi. Bayram, en çok çocuklara bayram... Belediyeler, çocuklar için bayram çadırları kursa, belki çözülen toplumsal bağların güçlenmesine de yardımcı olurlar.

SICAKTA SALINCAK

Seçimler yeni bitmişken yerel yönetimleri çocuklarla ilgili ne yapacakları konusunda sadece bayramlarda değil her fırsatta uyarmak, görevlerini hatırlatmak gerek. İstanbul‘da çocukların oyun alanlarının yetersizliği ortada. Belediyeler bir şeyler yapıyor elbette, ama yaptıkları da baştan savma olabiliyor. Örneğin havalar ısındığında güneşin altında küçük çocukları salıncağa bindirmek imkânsız. Eminim pek çok anne-baba bu durumdan şikâyetçi. Hafta sonları gölgesi olan parklar tıklım tıklım. Ama mesele sadece oyun alanları da değil. Çocuklar oy kullanamadıkları için siyasetçiler çocuklardan çok anne-babaların ihtiyaçlarına odaklanıyorlar.

18 BİN REKLAM

İngiltere‘de yapılan bir araştırmaya göre, çocuklar haftada en az 17 saat TV izliyormuş. 5-16 yaş arasındaki her dört çocuğun üçünün odasında televizyon varmış ve yılda en az 18 bin reklama maruz kalıyorlarmış. Türkiye‘de bu rakamlar nasıldır bilmiyorum, ama oyun alanlarının yetersizliği nedeniyle daha fazla ekrana maruz kalmaları olası. Maruz kalınan bu 18 bin reklamın ortak özelliklerine bakıldığında ise çocukların güven duygularını sömürmek için ünlü kişilerin kullanıldığı, kelime dağarcıkları sınırlı olduğu için jargonlar aracılığıyla karmaşık bir dil kullanımının söz konusu olduğu, duygusal tetikleyicilerin aşırı kullanıldığı tespit edilmiş. İnternet ve elektronik cihaz kullanımına dair de neredeyse bir kontrolsüzlük var. Toplumun dijitalleşmesinin çocuklara etkisi çok boyutlu ve derin bir konu. Dikkat eksikliğinden kaygı bozukluklarına kadar onlarca psikolojik salgının çocukları tehdit ettiği bir gerçek. Fast food kültürü ve gıdaların denetlenmesiyle ilgili meseleler ise bambaşka bir boyut ve etkileri gerçekten de çok ağır.

SİVİL TOPLUM

Dünyada hükümetlerin çocuklarla ilgili görevleri konusunda hemen hemen herkes hemfikir. Bu görevlerin başlıkları ise, çocukları kötü muameleden korumak, çocuk sağlığının veya gelişiminin bozulmasını önlemek, çocukların güvenli ve etkili bakım sağlanmasıyla tutarlı koşullarda büyümelerini sağlamak... Türkiye‘de durumun ne olduğunu bu başlıklar üzerinden anlamaya çalıştığımızda moralimizin bozulacağı kesin. Hükümetin yapamadığı bu hizmetlere dair belediyeler sivil oluşumların önünü açabilir, bilgilendirme, eğitim, sağlıklı yurt koşulları, beslenme ve korumayla ilgili önlemler alabilir. Çocuklar sadece ebeveynlerin insafına ve koşullarına bırakılmamalı. Çocuklar, hükümetlerin politikasızlığına ve baştan savmacı kurumların insafına da bırakılmamalı. Bunun için uzmanların başı çektiği sivil toplum örgütlenmelerine ihtiyaç var.

ÇOCUKLARIN ÖZGÜRLÜĞÜ

Aslında bütün meseleler gelip kapitalizmin zararlarına dayanıyor. Çünkü kapitalizm ve çocuklara her yıl izletilen 18 bin reklam, „daha fazla tüketin!“ şiarına dayanıyor. Gezegenin sağlığı ise daha az tüketmemiz konusunda sürekli uyarılar veriyor. Dahası, gelecek nesillerin eleştirel düşünme imkânları ellerinden alınarak onların acil sosyal ve çevresel sorunları çözme yetenekleri engellenmeye çalışılıyor. İtaatkâr çalışanlar ve aptallaştırılmış vatandaşlar arzulandığı sürece, çocukların sorunlarıyla gerçekten ilgilenilmeyecek. Gerçek bayram, gezegenimizle uyum içinde yaşamaya başladığımız zaman gelecek. Ünlü sinemacı Godard‘ın “dünyanın en kalabalık siyasi mahkûmları” dediği çocukların özgürlüklerine kavuşacakları gün geldiğinde...