Kişisel gelişim endüstrisi TV dizileriyle de en yüksek noktasına ulaşmış gibi görünüyor. Bugünlerde kısmen "Zeytin Ağacı’nı andıran, yönetmenliğini Emin Alper’in yaptığı ‘Arayış’ adlı dizi Disney+’ta gösterime girdi. Dizinin kendisinden çok, benzer dizilerle ortak özellikleri (kanser hastalarını iyileştirme, modern kent yaşamının korkunçluğuna vurgu vs.) üzerine düşünürken, dikkatimi en çok “bağlantısızlık” hali çekti, Bir gruba kendin olarak yargılanmaksızın bütün kusurlarınla dahil olmak, başlı başına iyileştirici bir etkide bulunuyor.

DİKEY YALNIZLIK

Kapitalizmin yataydan ziyade dikey hareketliliği öne çıkartan kültürel etkide bulunması, herkesin bulunduğu yerden yukarıya doğru hareket edebilmek için rekabet etmek zorunda kalması, ötekinin alt edilmesi gereken bir rakibe ya da düşmana dönüşmesi gibi pek çok izahı yapılabilir bu bağlantısızlık durumunun; ama bu bağlantısızlık kişisel ve toplumsal açıdan yok edici bir güce kavuşmuş durumda.

DÜNYA YOKSUNLUĞU

Byung-Chul Han, ‘Zamanın Kokusu’nda şöyle yazmıştı: "İnsanla­rın özdeşleştiği şeyler de devamsız ve geçici. Dolayısıyla, insan da radikal bir kalımsızlıktan mustarip. Yaşamın atomlaşması­na, atomlaşmış kimlikler eşlik ediyor. İnsanın elinde kendinden, küçük bir Benlikten başka bir şey yok. Uzam ve zamanda, hatta dünyada, birlikte-varoluşta radikal bir kayba tabiyiz. Dünya yok­sunluğu bir diskroni belirtisi. İnsanı, bütün gücüyle sağlıklı tutmaya çalıştığı küçük, önemsiz bedenine ufaltıyor. Bundan başka hiçbir şeyi yok insanın. Kırılgan bedeninin sağlığı dünyanın ve Tann’nın yerini alıyor. Hiçbir şey ölümden uzun ömürlü değil. Dolayısıyla bugün ölmek, çok zor. Ve insanlar, yaşlanmadan yaş alıyor."

ANLAM

Byung-Chul Han, bağlantısızlığı ‘dünya yoksunluğu’ olarak tanımlamış. Bağlantı yoksa, dünya da yok. Anlam, ancak ‘öteki’yle kurulan ilişkide ortaya çıkar. Göstergebilim açısından da bir gösteren, ancak başka bir gösterenle anlamlı olur. Bu açıdan Lev Kuleşov’un sinemada kurgu üzerine yaptığı deneyler örnek olarak gösterilebilir. Kuleşov, ifadesiz bir adamın yüzünü gösterir önce ve hemen ardından bir cenaze ya da bir ziyafet görüntüsü gelir. Aynı yüz ifadesi, cenaze ya da ziyafet görüntüsüne göre anlam kazanır, üzgün ya da arzulu. Anlamlı bir bitiş, ancak anlamlı bir hayat sürmekle olur. Kapitalizm ve onun yarattığı tüketim toplumu gerçeği, her yaşamı ne kadar sürerse sürsün yarım bırakıyor artık; yarattığı hız yanılsaması ve bağlantısızlığın neden olduğu bütünlüklü bir anlam imkânından mahrum bıraktığı için.

HEDEF VE MİRAS

Peki ne yapmalı? İnsanın kendisiyle, doğayla ve diğer insanlarla bağlantı kurması, bunun öncelikle politik bir mesele olduğunu kabul etmesi gerekir. Kişisel gelişim endüstrisinin yol gösterdiği gibi benliğimiz üzerine istediğimiz kadar çalışalım, büyük kentleri terk edip dizilerdeki gibi doğayla iç içe bir yaşam sürelim, bütün farkındalıkla ilgili klişe sözleri ezbere bilelim, yine bir şey değişmeyecek. Heidegger’in bahsettiği "bir hedefi ve mirası" olan kişi için ancak hayat ve ölüm anlamına kavuşur. Kişiyi hedef ve mirastan mahrum bırakan bağlantısızlık hali sürdükçe bütün kültürel yapı, ölüm korkusundan kaynaklı inkâr savunma mekanizması üzerinde yükselmeye devam edecek. Şimdiki yapay zekâ kaynaklı hayal-proje, insan zihnini dijitalleştirip ölümsüz kılmak değil mi?