Egemen sınıflar ilk fırsatta ve koşullar elverdiğinde var olan demokratik hakları, kısıtlı temsili demokrasiyi de ortadan kaldırmak, işçi sınıfının mücadele olanaklarını elinden almak için ellerinden edeni yaparlar, hep yaptılar.

‘Baraj nedir dede?’ diye sordu torunum…

Baraj evladım, iyi oldu bildiğim yerden sordun dedim, nehirlerin deli deli akan suyunu yolunu bir yerde büyük bir duvar örerek kesersin, nehir genişler, büyükçe bir göl oluşur, sonra duvarda açtığın deliklerin kapaklarını açar, baraj gölünün suyunu bu deliklerden salıverirsin. Bu arada oralara yerleştirdiğin mekanizma ile de akan suyun hızından yararlanarak elektrik üretirsin. Baraj budur. Bir de ufak derelerin üstüne kuruyorlar bu cüce santralleri ona da HES deniyor. Barajlar nehirleri kurutmaz, bunlar dereleri kurutuyor, sonra da çekip gidiyor bu HES’lerin patronları. Nasıl iyi anlattım mı? “Eh işte fena değil” dedi elindeki cep telefonuyla oynayıp duran torunum. Nesi varmış dedim, kaşlarımı çatarak.

Yakışıklı torunum da yalancıktan kaşlarını çattı; “ben dedi onu mu sordum, seçimlerdeki barajı soruyorum.” Ne yapacaksın dedim, siyasete girmeye mi karar verdin, milletvekili mi olacaksın, “Yok dede dedi güldü, yaşım tutmaz tutsaydı düşünürdüm de, on sene var daha o işe, ödev verdiler, nedir bu seçim barajı?” Wikipedia abine Google amcana sormadın mı diye dalga geçtim ben de artık. “Sordum da dedi, pek anlamadım neymiş, gönlümü aldı koluma pat pat vurarak, tamam yüzde 10’u geçemeyen parti meclise giremiyormuş, aldıkları oylar da boşa gidiyormuş.” Tamam işte dedim, budur seçim barajı. “İyi de diye buruşturdu yüzünü, niye ki, neden verdiğiniz oylar boşa gitsin, neden seçtiğiniz partiye verdiğiniz oylar geçersiz sayılsın?” Oylarımız geçersiz sayılmıyor, geçerli ama yetersiz sayılıyor. Bırakmadı inatçıdır biraz; “geçerli ama yetersiz de ne demekmiş.” Geçerli çünkü hata yok, hile yok, oy pusulası kurallara uygun damgalanmış, evet damgasını yerli yerince basmışız ama…

“Ama ne?” diye gözlerini açtı iyice, kaşlarını kaldırdı, ama işte seçtiğimiz partiye verdiğimiz oyların toplamı yüzde 10’u geçmediği için yetersiz kalmışız. “Peki tamam geçerli ama yetersiz oylar ne kadardı?” Tarihimizdeki en çarpıcı olan sonucu söyledim ben de. 2002 seçimlerinde 14 milyon oy geçerli ama yetersiz sayıldı. Yani toplam oyların yüzde 45’i barajı geçemediği için yetersiz ilan edildi. Seçimi geçerli ve yeterli yani barajı geçen oyların yüzde 34,4’ünü alan parti toplam vekillerin yüzde 66,4’ünü aldı. Tamam mı benim sevgili torunum. “Tamam değil dedi, değiştirmek, baraja maraja boş vermek lazım.” Bizden geçti diye içimden konuştum, var mı öyle kaçıp gitmek der gibi baktı gözlerime, “sağol dede dedi, anladım ben.” Çıktı odadan, küçük torunum atkuyruğu saçlarını savura savura geldi, “dede dede, dedi, bayac nedir, abim neden bayac bayac diye bağıyıyoy?” Güldüm ben da artık. Bilmem ki dedim akşam eve gelince sorarız.

BİZDEN GEÇTİ Mİ BU İŞLER

Torunum haklı, bizden geçmiş olamaz. Bunca yıldır demokrasi diye alkışladığımız şu temsili demokrasi nasıl bir şeydir anlatmayı hep es geçtik. Her nedense onun iyi işlemediğinden tam işlemediğinden söz etmek daha pratik işin kötüsü daha doğru geldi bize. Öyle ya, darbe zamanlarını bir yana bırakırsak, seçimler yapılıyor, halk beğendiği partiye oy verebiliyor, seçimi kazananlar da meclise gidiyor. İyi kötü bir temsil var. Ama biz seçilenlerin halkı temsil etmediğini, halk yararına bir iş yapmadıklarını, yapmayacaklarını yarım ağız söylerken, temsili demokrasi tartışmasını derinleştirmekten uzak durduk hep. Bu tür radikal eleştiriyi yapmadığımız içindir ki, bu gün demokrasi temsili bile değildir. Yetki seçilenlerin elinde değil çünkü. Hileli seçimlerle, liberal destekli halk oylamalarıyla kurulan yeni sistemin temsili olmak gibi bir iddiası bile yok. Burjuvazinin egemen sınıfların uluslararası literatürüne “Türk tipi” yeni bir “demokrasi” türü armağan etmiş durumdayız. Eğer temsili demokrasi zamanında sıkı bir eleştiriden geçirilebilseydi, bu ertelenmiş görev gerektiği gibi yapılabilseydi, ihtimal, demokrasinin önünü tümüyle tıkayan “Türk tipi başkanlık” sistemi kabul görmeyecek, temsili sistemden de geri bir sisteme boyun eğmeyecektik.

Sistemle, sistemi değiştirmeyi esas alan bir çelişkisi çatışması olmayan muhalefet partilerinin bu durumun farkında olmalarını bekleyemeyiz, ama onlar bile şimdi parlamenter demokrasi derken eskisinin pek de matah olmadığını, çabuk pes edilmesinin arkasında eskisinin hata ve yanlışlarının bulunduğunu söylemek gereği duyuyor, parlamenter sistemi iyileştirmekten söz ediyorlar. Muhalefet partilerine temsili demokrasinin gerçek bir demokrasi ile ilişkisinin sağlam olmadığını anlatırken halkın temsili yerine düzenin temsilini esas aldığını vurgulamayı herhalde başa almak gerekiyor.

TOPLUMSAL HAFIZA UNUTMAZ

İktidarın kimde olduğu, temsilcilerin neyi temsil ettiği sorusu ya da daha açık yazalım, iktidarın, yönetimin üretim araçları sahiplerinde ve onların siyasi elemanlarında mı, yoksa çalışan üreten halkta, işçilerde, tüm çalışanlarda mı olduğu esas sorudur. Üretim araçlarının mülkiyeti bir soru ve sorun olmaktan çıkmadan da temsil meselesi tam olarak çözülmüş olmaz. Ama daha bu sorun çözülmeden sistemin temsildeki egemenliğine son verilebilir ya da kısıtlanabilir mi sorusu günceldir. Mevcut sistemin özüne itiraz ederek, bu itirazları halkın itirazları haline getirerek sistemin açıkları egemenler tarafından otoriter bir yönetimle kapatılmadan siyasi alanda olabildiğince güçlü bir biçimde yer almak mümkündür. Öyleyse temsili demokrasinin neden halkı temsil etmediğini, eksik temsilin nedenlerini, halkın denetiminin neden kabul görmediğini, “seçildikten sonra bildiğini okuma” diye bir hakkın olamayacağı, oyların gerçekleri yansıtabilmesi için siyasi partilerin bir tür ön seçimle gerçek seçimin önüne geçmesinin yolu tıkadığını, barajların sistemi güvence altına almak için uydurulmuş, gerçek temsile giden yolu tıkayan bir düzenbazlık olduğunu, hızla ortadan kaldırılması gerektiğini anlatmak öncelikli görev olmalıdır.

Bütün bunları yapabilmek için temsili demokrasinin yani demokrasinin bu kısıtlı biçiminin de yalnızca burjuvazinin marifeti olmadığını bilmek gereklidir. Bugünkü sınırlı haline ulaşmak bile işçi sınıfının çalışan kesimlerin büyük mücadeleleriyle mümkün olmuştur. Burjuvazi bir zamanlar kendisi için gerekli bulduğu demokrasiden, işçi sınıfıyla çelişkisinin günyüzüne çıktığı anda vazgeçebilmek için elinden geleni yaptı, yapmaya devam ediyor. Bunu kendi ülkemizin uzak yakın tarihinden biliyoruz. Kısacası egemen sınıflar ilk fırsatta ve koşullar elverdiğinde var olan demokratik hakları, kısıtlı temsili demokrasiyi de ortadan kaldırmak, işçi sınıfının mücadele olanaklarını elinden almak için ellerinden edeni yaparlar, hep yaptılar. Bugün meclisin işlevsizleştirilmiş, özellikle yargının, yasamanın tekleştirilmiş yürütmenin hizmetine verilmiş olması da bu durumun güncel tablosudur. Ama kazanımlar, pratikte geri alınmış olsa bile toplumsal hafıza kolayca silinemez ve mücadele pratiği kolay kolay yok edilemez. Temsili demokrasinin radikal eleştirisi özelikle bu toplumsal hafızanın canlandırılması, birikimin kolayca terk edilemeyeceğinin, geliştirme olanaklarının gerçekçi olduğunun gösterilmesi, sosyalist bir demokrasinin gerçek demokrasinin biricik yöntemi olduğunun anlatılması için de zorunludur.

***

Akşam olacak, ben de torunlarıma sabahın nasıl, neden ve nereden geleceğini anlatacağım. Mücadeleyi ertelememek karamsarlığın tuzağına düşmemek için “iş iş işten geçti, biz bir kere daha yitirdik” demekten yana değilim ben. Tam tersine olanakların gittikçe arttığını ve olgunlaştığını görüyorum. Çünkü torunlarım hızla büyüyorlar, üstelik çok meraklıdırlar.

Merak değil midir her derdin çaresi?