Önceleri tam yedi kişi; babaannem, annem, babam ve biz dört kardeş; ister uzun ayrılıklar sonrası memlekete dönüp masanın başında toplandığımız zamanlarda olsun, ister henüz memleketten ayrılmadığım ilk 10 yılında hayatımın, bayram, bayram yemeği demekti benim için. Her şeyden çok oydu. Kaç bayram yazısı yazdım bu köşede; annemin kızdırılmış tereyağını tavuklu pirinç pilavının üzerine dökerken çıkan […]

Önceleri tam yedi kişi; babaannem, annem, babam ve biz dört kardeş; ister uzun ayrılıklar sonrası memlekete dönüp masanın başında toplandığımız zamanlarda olsun, ister henüz memleketten ayrılmadığım ilk 10 yılında hayatımın, bayram, bayram yemeği demekti benim için. Her şeyden çok oydu.

Kaç bayram yazısı yazdım bu köşede; annemin kızdırılmış tereyağını tavuklu pirinç pilavının üzerine dökerken çıkan “casssss” sesi ve o sesin kokusuyla uyandığım sabahları anlattığım.

Sonra işte o cazırtı sesinin sofrasına otururduk. Adını koyabildiğim sadece yemeklerdi yıllarca. Ama asıl kıymetli yapan o sofrayı, etrafında oturanların birbirlerine hissettikleri muazzam sevgiydi; karşılıksız, katıksız.

Güvendi… Çocuk aklımızla adını koyamasak da; o sofra etrafındakilerin iyi günde kötü günde, her an her durumda, sonuna kadar birbirlerinin yanında olduklarıydı, bayram yemeğini kutsayan.

Zor günleri oldu hayatımın… Sofra hiç sarsmadı o güveni. Hayatın bizi sınadığı her sınavdan geçtiğimizde biraz daha büyüdü etrafındaki sevgi.

Sonra, sofra da büyüdü. Aynı yolun yolcusu yüzlerce, binlerce insan; çok arkada bıraktığımız da oldu gerçi, sınana sınana geldik bugünlere.

Uzun bir gezinin duraklarından birinde, bunu da yazmıştım daha önce, hangi şehre girsek girişte bir arkadaşın karşılayıp misafir ettiğini görünce, o zaman daha küçük olan bizim büyük oğlan; “Anne, babamın ne kadar çok arkadaşı var” demişti. Hayatta duyduğum en güzel cümlelerden biridir o.

Geçen gün Hasan mesaj atmış; “Yapabileceğimiz bir şey olur ise yanındayız” diye. “Yapabileceğimiz bir şey olduğunda birbirimizin yanında olduğumuzu bilmek güzel” dedim ona.

Birileri buna “sosyal sermaye” diyor; bence en güçlüsü sermayenin…

“Bayram Yemeği” diye şiir yazan Cahit Sıtkı’nın aklındaki neydi, kimdi, bilmiyorum:
“Korkarım felekte bir gün / Bir bayram yemeğinde. / Anam, babam gibi kardeşlerim de, / En güzel dalgınlığında ömrün. / Beni gurbette sanıp / Keşke gelseydi bu bayram / Diyecekler. / Ve birdenbire yürekler, / Aynı acıyla yanıp / Hepsinin gözleri yaşaracak. / Öldüğümü hatırlayarak.”

Arkada bıraktığımız, hatırladıkça gözlerimizin yaşardığı ne çok arkadaşımız var!

Çocukluk arkadaşım vardı; Naci. Aynı sırada otururduk ilkokulda; sınıfın en çalışkan, en başarılı ikilisi.

Çingeneydi. Ailesi çalgıcı. Benden zekiydi Naci, hissederdim. Çok şeyi daha iyi yapardı. İyi top oynardı, en iyisi okulun. Darbuka çalardı, harika.

Öyle imrenirdim ki ona. Bir kez gittim evlerine. Yağda öldürülmüş domates koydu ekmeklerimizin arasına. Böyle bir yaz günü, top oynama sonrası. Isıra ısıra çıktık. Tadı hâlâ ağzımdadır o ekmek arası yağda kızartılmış domatesin.

Bir köpek ısırığına boş verdikten 45 gün kadar sonra öldü Naci. Acılar içinde.

İmrenirdim Naci’ye. Bende olmayıp onda olan o kadar çok şey vardı ki. Onun gibi olmak istedim; iyi top oynasam, darbuka ya da bir enstrüman çalsam, matematikte her problemi çözsem… Hiçbiri olamadım.

Naci’de bana imrenir miydi, kim bilir! Ama kıskançlık, haset asla yoktu o güzel çingene çocukta. Bende olmayan başkalarında da olmasın hayıflanması, hasetliği yanından geçmemişti.

Ne büyük bayram insan için; böyle olmak ve böyle dostlarla çevrili olmak. İmrenip öyküneceğimiz, onların yolunu izleyerek onlar gibi olabileceğimizi hissettiren dostların olması hem şans hem keyif.

İster içeride olun, ister dışarıda; ister keyifte, ister kederde; bayram yemeği sofrasındakiler gibi dostlarla çevriliyseniz, bayramısınız demektir birbirinizin.

Gözlerimiz yaşararak hatırladıklarımızla birlikte, kendimizi bayram yemeğinde hissedeceğimiz nice bayramlara…