Binali Yıldırım başkanlığındaki Erdoğan hükümeti ilk toplantısını Saray’da yaptı. Yeni hükümet, baklanın ağızdan çıkmış hali. Ne zamandır yazıp söylediklerimizin somut ifadesi. Türkiye, bir devleti ve o devlet düzeni içinde siyaset yapan partileri olan bir ülkeden, bir partisi ve devletin de bütün kurumlarıyla o partinin emrinde olduğu bir ülkeye dönüştü.

Parti devletinin tepesinde partinin lideri var. Yeni hükümet, onun davasını ve sevdasını, onun yolundan giderek gerçekleştireceğini ilan etti. Fiili duruma hukuki bir statü kazandırmak için de “İlk hedefimiz yeni anayasa ve başkanlıktır, ileri” şiarıyla harekete geçti.

Başbakan Yıldırım’ı, hitabetini, kısılan sesini, entelektüel düzeyini Davutoğlu’yla kıyaslayıp, hemşehrisi Akbulut’la benzerliklerine göndermeler yaparak küçümsemek hata olur. İlk günden itibaren dikkat çeken tarzı; “hataları” ve o hataları komplekssiz kabullenişiyle, vatandaşlar nezdinde Davutoğlu’ndan fazla kabul görmesi, sempatik bulunması ve “halktan biri” gibi algılanarak “ilk hedef”e yürüyüşte avantaja dönüşmesi yadsınacak bir olasılık değil.

O yüzden, Yıldırım’ın “zaafı” gibi görünen özelliklere umut bağlayanlar yanlış yapar!

Muhalefet kendi yapacağına bakmalı, bugüne kadar yapılanlar “yeni Erdoğan kabinesi”nin yapacaklarının teminatı!

Ekonominin dümenindekileri değiştirmeyip küresel sermaye ile dalaşmadan, dışarda AB’ye milliyetçi duyguları okşayacak şekilde posta koyarken ABD ile arayı bozmamaya dikkat edip; içerde de madencileri açlık grevlerine, yoksulları yoksulluklarını sürdürebilecekleri yardımlara mahkûm ederek, demokrasi ve özgürlük talep edenlerin üzerine de gazla, TOMA’yla giderek yürüyecekler.



AKP iktidarının bugüne kadar yaptıklarından memnun olanlar, bundan böyle yapacaklarından daha memnun olabilirler.

Kürt sorununun çözümü için ona umut bağlayanlar hariç!

Başkanlığa giden yolda dün “çözüm”ü araçsallaştıran Erdoğan şimdi “PKK’yı ezme”yi araçsallaştırıyor. Bu konuda dünün günahı Yalçın Akdoğan’ın sırtına sarılmış görülüyor. Batağa saplanan Suriye politikasının günahını da Davutoğlu ve Hakan Fidan’a sarıp, dış politikada bir rota değişikliğine gidebilirler.

Yıldırım’ın ilk grup toplantısında, bölgemizdeki duruma değinirken, “Bundan sonra dostların sayısını artırıp, düşmanların sayısını azaltmak”tan söz etmesi o rota değişikliğinin işareti.

AKP, ilk yıllarında iktidarını pekiştirmek için AB ile iyi ilişkileri kullanırken bugün restleşmeyi kullanıyor. Son rest İstanbul’daki BM İnsani Yardım Zirvesi’nin kapanış toplantısında geldi. Erdoğan; AB kriterler ileri sürmeye devam eder ve vize muafiyetini uygulamazsa mültecilerin geri kabulü anlaşmasının parlamentoda onaylanmayacağını söyledi.

Bu restle vize muafiyetini alma garantisi yok. AB içinde kimi çevreler de o anlaşmanın tehlikeli sonuçları olduğunu, aşırı sağın yükselişine yol açtığını söyleyerek bir karşı restin zeminini hazırlıyorlar. “Başarı” ve “zafer” olarak ilan edilecek vize serbestisinin gerçekleşmemesini içerde kamuoyuna yedirmenin yolu milliyetçilik ateşini daha fazla harlamak olacak.

“Yeni Erdoğan hükümeti” ilk hedefi olan başkanlığa doğru ilerlerken, itiraz eden muhaliflerin, akademisyenlerin, gazetecilerin payına daha fazla baskı, daha fazla hapis düşecek.

Kılıçdaroğlu’nun bu baskıları karşılama stratejisi pek “şövalyece”! “CHP’de fezlekesi en fazla olan benim. Bizim de kalktı, korkuyor muyuz? Korkmayacağız, yılmayacağız? Demokrasi için bedel ödeyeceğiz, bir baskı rejimi bütün alanlarda geliyor” diyerek; akademisyenler, gazeteciler bedel öderken siyasilerin bedel ödemekten kaçamayacağını söylüyor.

Ancak, vatandaşlar onlar da bedel ödesinler diye desteklemez siyasileri. Ülkeyi hiç kimsenin bedel ödemeyeceği günlere taşıyacağına inanırlarsa desteklerler.

Bedel ödemek dert değil, sol hep ödüyor! Bir baskı rejimi bütün alanlarda gelirken, bedel ödeyelim diye değil, kimsenin bedel ödemesine izin vermemek için baskı rejimine karşı çıkan herkesin el ele vermesi gerekiyor! Haziran bunu öneriyor!