Gazeteciler açısından çalıştığı gazetenin “itibarlı” olması sadece tirajıyla irtibatlı değildir. O gazetenin 365 günlük gazetecilik çizgisi, geçmiş yıllara ne ölçüde paralellik sağladığı da önemli görülür…

Gazeteciler açısından çalıştığı gazetenin “itibarlı” olması sadece tirajıyla irtibatlı değildir. O gazetenin 365 günlük gazetecilik çizgisi, geçmiş yıllara ne ölçüde paralellik sağladığı da önemli görülür…

Bu açılardan bakıldığında BirGün gazetesinin özel bir yeri olduğu teslim edilmelidir. Çünkü yayınlandığı ilk günden bu yana arkasında pırıl pırıl bir gazetecilik izi bıraktığı açık olarak görülebiliyor.

BirGün sayesinde bu ülkede işçilerin olduğunu fark ediyoruz. O işçilerin toplu sözleşme yapmak için sendikalara üye olduklarını, bu yüzden de işten atıldıklarını bize BirGün anlatıyor. Memurların varlığı, öğretmenlerin direndiğini de BirGün sürekli olarak haberleştiriyor. Köylülerin ekip-biçmek dışında bir bilinç sıçraması yaşadığını, hidroelektrik santral yapımına karşı üniversite öğrencilerini aratmayacak bir eylemlilik içinde olduğunu BirGün’den takip edebiliyoruz.

Eğer BirGün olmasa yaygın medyanın gazetelerinde ülkenin güllük gülistanlık bir iklimde ilerlediğini düşünebiliriz. İş dünyasının çok para kazanmak uğruna çektiği çileleri (!) tam sayfalar halinde okuyup içimizi ferahlatabiliriz.

Bilge bir gazeteci ağabeyimiz bir gün gazeteciliğin medya aşamasını değerlendirirken şöyle demişti:

-Oğlum bizim yönetici tayfa açısından, zenginlerin osuruğu yoksulların son nefesinden daha değerli bir soluktur!

Bu gelişme(!) çizgisi haberciliği “zengin-şöhretli-güçlü” şeytan üçgenine getirip oturttu. Karşılığını da aldı: Ülkede okur yazar nüfus artmasına karşın tirajlar sürekli 5 milyon barajının altında kaldı.

Kısıtlı parasal olanaklarla sürdürülen sahici gazetecilik arzulanan yaygınlığı ulaşmakta zorlanması da bir başka gerçek olarak hayatın ortasında duruyor. Ama para babalarının gündemi de teslim olunmuyor.

Bu yolda BirGün tek başına değil. Evrensel, Özgür Gündem gibi yol arkadaşları da var. Bu gazeteler sayesinde “öteki gündemi” takip edebiliyoruz.

Gazete bayileri sattıkları gazeteler arasında farklı olanları hemen ayırt edebiliyorlar. Elinizde 1 lira ile onlara yaklaştığınızda yüzlerinde beliren tebessümle sizden önce atılıyorlar:

-BirGün değil mi?

İçiniz ferahlıyor… Otobüse, vapura, deniz otobüsüne, dolmuş motoruna binip birinci sayfayı okumaya başlarken ilk cümle “iyi ki varsın” ruhuyla etrafınızı sarıyor:

-Benim güzel gazetem!

***

Şevval Sam ihalesi

İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne yapılan “operasyonda” İZENERJİ Genel Müdürü Ali Sabukay, Kültür Müdürü Abdülhalim Cumhur Yazıcı ve prodüksiyon şirketi sahibi Sedat Sakur tutuklandılar.

Bilirkişi raporuna göre 2011 Şubat ayında yapılan Şevval Sam konseri için ihale açılmamış olması tutuklama gerekçesi olarak gösterildi.

Her hangi bir belediye veya başka bir kurum Şevval Sam konseri düzenlemek isterse sanatçının organizatörünü arayıp kaşe ücretini sorar, anlaşırlarsa konser yapılır. Anlaşamazlarsa yapılmaz.

Ama bunun için ihale açılabilir mi?

Ülkede 150 tane Şevval Sam yok ki… İhale açılıp da bütün Şevval Sam’ların katılmasına olanak sağlansın…

İhale ile konser yapılırsa ne olabilir?

İhale zarfları açıldığında bir de bakılır ki, en düşük teklifi veren konseri kapmış… Şevval Sam’ı dinlemek üzere salona gidenler konser anı geldiğinde şu anons ile karşılaşabilirler:

-Şimdi alkışlarınızla Ankaralı Turgut sahneye geliyor!

Dinleyiciler şaşkınlıkla birbirlerine sorabilirler:

-Abi n’oldu? Hani Şevval Sam konseriydi?

-Valla biz de öyle düşünmüştük ama mevzuata göre ihale açtık bu sanatçı kazandı!

***

Yüzleşme mi yüzsüzleşme mi?

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın CHP’yi yumuşak karnından vurmak için attığı “Dersim yumruğu” ülkede bomba etkisi yaptı. Türkiye’nin yakın tarihine “resmi” bir damga vurdu.

Artık Dersim 1937-38’de o bölgede nelerin yaşandığı başka bir düzlemde tartışılıyor. Bu ayki NTV Tarih dergisinin kapak konusu, kimseyi kıpırdatamayacak fotoğraflar yayınladı. Kalan Müzik’in sahibi Hasan Saltık’ın arşivinde bulunan Dersim Belgeleri tartışılmaz acıları gözler önüne koyuyor.

Ama burası Türkiye olduğundan “klasik pişkinlik” de bütün çıplaklığıyla sırıtıyor. BDP Meclis Araştırma Komisyonu kurulması için bir önerge verdi. AKP oylarıyla bu öneri reddedildi. Başbakan “özür diliyorum” diyor, milletvekilleri ise boş ver, salla yolla umursamazlığıyla oy kullanıyor.

Bir başka pişkinlik örneği de yönetmen Çayan Demirel’in yaptığı “Dersim 38” belgeseli ile ilgili olarak ortada duruyor.

Kültür ve Turizm Bakanlığı Değerlendirme ve Sınıflandırma Kurulu bu belgesel için Ticari Dolaşıma Sokulma İzni vermiyor. Avukat Fikret İlkiz’in açtığı dava  Ankara 7. İdare Mahkemesi tarafından 22 Temmuz 2010 tarihli kararıyla bu adeletsizliğe dur dedi. Kültür ve Turizm Bakanlığı ise karara itiraz etti.

Hani Dersim için özür dilemiştiniz?

Tarihimizle yüzleşme öyle bir mecrada ilerliyor ki, bu pişkinliğe ancak şu tanım yakışır:

-Yüzsüzleşme!