Osmanlı’nın da Cumhuriyet’in de “zafer” dediği Çaldıran’ın beş yüzüncü yıldönümündeymişiz

Osmanlı’nın da Cumhuriyet’in de “zafer” dediği Çaldıran’ın beş yüzüncü yıldönümündeymişiz. Tam beş asır evvel, bir Ağustos sıcağında Şah İsmail ile Yavuz adlı Selim’in orduları, biri yalın kılıç, öbürü barut-tüfek çarpışmış. Bu savaş sadece İran ve Osmanlı, “kafir” ile “sünnet”, “Acem” ile “Türk” arasında bir savaş değilmiş. Hem iki “şair” arasında bir cengmiş. Artık nasıl oluyorsa, “Büyük Türk Sultanı”, “Türk’ün-İslam’ın Halifesi” denen ve Türkçe sadece bir-tek dörtlüğü olan Yavuz’a karşılık, “Safevi”, “Acem şahı” denilen İsmail’in “Hatai” mahlasıyla yazdığı koskoca bir “Türkçe Divan”ı varmış.

İstanbul’dan dev bir orduyla yola çıkan Yavuz, ilk iş olarak kırk bin Kızılbaş’ın ölüm emrini verip, oluk oluk kan akıtmış. İran ticaret mallarına ambargo koymuş. Ülkeye yine de giren malları müsadere etmiş, tüccarları hapse göndermiş. Camilerde İsmail’e “beddua” vaazları verdirmiş. Önce babasını, vezir-i azam’ı Koca Mustafa Paşa’yı, şehzade Mahmut’un üç oğlunu, Alemşah’ın oğlunu, Şehinşah’ın oğlunu zehirlemiş, boğdurmuş, astırmış. Şehzade Korkut’a başkaları adına mektuplar yazdırarak ayaklandırıp sonra boğdurtmuş. “Millet” uyanmasın diye Korkut’u Antalya’da yakalayan Sancak beyi Kasım’ı idam ettirmiş. Kardeşi Ahmet ve çocukları derken “Hanedan”dan otuzu aşkın “efradı” tepelemiş.

“Aile temizliği” sonrası Yavuz ilk iş çabucak bir divan kurmuş. Şah İsmail’e karşı “savaş” kararını işte bu divan’da “fetva” zoruyla aldırmış. “Cihad” ilk kez “Müslüman Devlet”e karşıymış. Alevilik Rumeli ve Anadolu’da güçlüymüş. Neçe devlet adamı ve Sipahi Alevi’ymiş. Nitekim Rumelili Sipahiler bir ara İran seferine çağrıldığında, kimi tımardan caymış, kimi “Ere kılıç çekmeyiz” deyiverip kılıçlarını mühürlemiş. Hacı Bektaşı Veli’yi “Pir” kabul eden Yeniçerilerin “rızasının” alınması şartmış. Divan’da Hamza Efendi, “Alevilerin öldürülmesi caizdir” fetvasını vermiş. Çaldıran sonrası Tebriz’e gelen Yavuz işte bundanmış ki Sultan Yakup Camisi’nde hutbe okutmuş.

Anadolu Çaldıran öncesi kaynıyormuş. İsmail’in babası Şah Haydar’ın halifesi Hasan oğlu Şah Kulu ilk başkaldırmış. Şah Kulu Tekke’de “gelin cem olalım” demiş, yürümüş Osmanlının üstüne. Sebep aslında ağır vergiler, baskılar ve açlıkmış. Karagöz Paşa’yı öldürmüş, Kütahya’yı ele geçirmiş, Yavuz’un astırdığı şehzade Korkut’u Alaşehir’de yenmiş. Sivas’ta veziri azam Hadım Ali Paşa’yı öldürmüş. Bu çatışmada Şah Kulu da hakka yürümüş, taraftarları İran’a “Şah’a” gitmiş. Bu isyanda Yavuz’un babası II. Bayezıt padişahmış. İran’a seyahati yasaklamış, otuz bin Alevi’yi Mora yarımadasındaki kalelere sürmüş. Sene bin beş yüz on bir, Çaldıran’a üç yıl varmış.

İsmail henüz bir çocukken, on altıncı yüzyılın ilk yılı, Tebriz’i ele geçirmiş, taç giymiş, “devlet” ilân etmiş. Bir yıl evvel Tercan’a gelmiş, Höbek’te toplanmış, Karamanoğlu’na katılmak için dolaşmış. Vakti zamanında Şah Kulucular yenilip kendisine sığınınca, “yolda kervan soymuşlar” ya da “erken ayaklanmışlar” diye ileri gelenlerini “kaynar kazanlara” atmış, hiç acımamış.

Yavuz-Şah savaşı “tek mezhep” dönemini kesinleştirmiş. Osmanlı ulemasının “fetvaları” tavan yapmış. Alevilik-Şiilik “düşman”, sadece Sünnilik “ehl-i sünnet”miş. Oysa bir yüzyıl evvel, Osmanlı’nın “kafir” dediği Timur bile Hoca Ahmed Yesevi’nin türbesini onarmışmış. Semerkand başta pek çok tarihi eseri korumuş. Timur’dan nefretin bin beteri Şah Hatai için yapılmış. Kemalpaşa-Zade, “Kızıl tacı başında süfi adı, Müslüman şekildi kafir nihadı” demiş. Bir önceki yüzyılın “ulu ozan”ı, fikirleri ve şiirleri “Şeriata aykırı” diye Halep’te derisi yüzülen Nesimi, “cümle mahlukun vebali, ulemanın boynundadır” lafını işte bu yüzden demiş.

Sonra Alevilik yasaklanmış. Çepniler “Alevi” diye askere alınmamış, daha evvelden alınanlar ordudan çıkarılmış. Urum’da “gizli toplantı yapma”, “cem olma”, “İran’dan kitap getirme” nedeniyle neçe can alınmış. Çaldıran’dan sadece beş yıl sonra on beş bin Celali kesilmiş. Sürgün, asimilasyon ve katliam tehdidi altında iken biçare dağlı aşiretler, Pir Sultan, “Hak’tan inayet olursa, Şah Urum’a gele bir gün, Gaza’da bu Zülfikar’ı, kafirlere çala bir gün” diye dil olmuş. O da Şah Kulu gibi Sivas’ta asılmış.

Efendime söyleyeyim, daha sonrası ise bugünmüş. ÖSO’yu bile “kafir” gören IŞİD’miş, “Cemaati”i “şeytan” gören AKP’ymiş, kardeşini boğduran Yavuz gibi. “Ezidi” diye “cariye” alınan yüzlerce kadın, kaleşnikof ile taranıp “youtup” ile videoya çekilen Şii ölüler, Kobani’de idam edilen Kürt gençleri, Telafer’de canlı canlı kesilen sahipsiz Türkmenler, “cennet” uğruna “bir vuruşta kafası koparılan” Alevilermiş. Başımızdaki provokatörün tıpkı Yavuz’un Tebriz’i gibi bu defa “Şam Emevi Camisi’nde” hutbe okutma rüyasıymış. Maliye’ye, Askeriye’ye, Kamu’ya Alevilerin alınmaması, var olanların çıkarılmasıymış. Musul’da, Kerbela’da bombalarla havaya uçurulan camiler, türbeler, mezarlıklar, Eskişehir Gültepe’de, Nesimi’nin, Şah Hatai’nin, Pir Sultan’ın heykellerinin daha iki gün evvel sökülüp parçalanmasıymış. Beş yüz yıl geçmiş ama “saltanat davası” bitmemiş.