Spor panteonları (!) arasında, Hitler için en önemlisi 1934 yılında başlayıp iki yılda 1936’da inşası tamamlanan Berlin Olimpiyat Stadyumudur. 74 bin 228 seyirci kapasiteli bu spor yapısı, Hitler için bir propaganda alanı olarak tasarlanmıştı.

1931 yılında, Uluslararası Olimpiyat Komitesinin 1936 Yaz Olimpiyatlarını Berlin’de yapılmasına kararı Almanya için çok önemliydi. 1. Dünya Savaşı yenilgisinden sonra, dünya ülkeleri arasında dışlanmışlığına son verecek bir çıkış arıyordu ki; bundan iyisini yani, kitleleri en etkili bir şekilde bir araya getiren spor organizasyonundan daha iyisini bulamazdı.

Stadın yapımı ve olimpiyatlarla ilgili en küçük ayrıntılar, onun propaganda bakanı Göbbels’e emanetti. Hani, şu incilerin sahibi Göbbels’e: Tabii emir yüksek yerden, Hitler’den…

Kadere bakın ki bu stat bir propaganda alanı olmaktan çok kâbus yerine dönmüştü. Jesse Owens, Berlin Olimpiyatlarında yüz ve iki yüz metre ile bayrak yarışı ve uzun atlamada dört altın madalya kazanmasının yanında, siyasi anlamda olimpiyatı kullanmak isteyen Hitler’e kâbus yaşatan ve tüm hayallerini darmadağın edip o hayalleri pistlere gömen atletti. Hitler faşizmin gözü önünde kırdığı dünya rekorlarını, ancak otuz yıl sonra aşılabilen efsane bir atlet olduğunu kanıtladığı yer Berlin’di.

Ondaki yeteneği 1920’lerin ünlü dünya şampiyonlardan Larry Synder keşfediyor. Synder Ohio Üniversitesinde koçtu ve bir beyazdı! O zaman için ırk ayrımının çok daha sert olması ve hala bu dönemde de siyahların ölümüne sebep olmasına rağmen, o tarihteki bu ayrımı belirtmek lazım… Fakat, tam bir sporcu ruhuna sahip olduğundan, karşısındakinin siyahmış, değilmiş, onun için hiçbir önemi yoktu. O insanın yeteneğine bakıyordu, ırkına, rengine, siyasal düşüncesine değil.

Gelelim Almanya’nın uzun atlamada altın madalya beklediği 21 yaşındaki, 1,84 m boyundaki Luz Long’a. 1936 yazında, uzun atlamada dünya rekoru sahibi Amerikalı atlet Jesse Owens ile karşı sporcu olarak ilk kez yarışmak onun açısından çok önemliydi. Çünkü, dünya rekoru sahibi bir sporcuya karşı yarışmanın yanında, kendinin ne olduğunu bilmesi açısından bu yarışı çok önemsiyordu. Jesse Owens, 8,06 m ile uzun atlamada altın madalya kazandı. Long ise ikinci olarak gümüş madalya kazandı ve Owens’ı tebrik eden ilk kişi oldu: İkisi beraber fotoğraflar çekilirken birlikte poz verdiler ve soyunma odasına kol kola yürüdüler. Tüm bu fotoğraflar Hitler Almanya’sı için ihanetti. Bir siyaha geçilmesi, Hitler Almanya’sında Long’un cepheye sürülmesi ve orada ölmesi için çok geçerli bir gerekçe olabilirdi.

Ama farklı bir açıdan bakıldığında Owens’la aynı kaderi paylaşıyordu.

Owens, belki Berlin bir kahramandı, ama Amerika’da bir zenciydi…

Jesse Owens: “Hitler tarafından el sıkışmaya davet edilmedim. Ama, Beyaz Saray’dan da el sıkışma daveti almadım” demesi, Berlin ile Washington’un ırkçılığa dayalı hasta ideolojiyi bir devlet aygıtı olarak kullanmalarının, aslında birbirleriyle bir farklarının olmadığının ispatıydı.

Owens, hayata ilk adımı attığı andan itibaren “zenci olduğu” için, kaçınılmaz olarak kendisinin maruz kaldığı aşağılanma tavrı karşısında hayatın gerçeği ile yüzleşmeye başlamıştı. Bunu en iyi örneğini, üniversitede beyaz takım arkadaşlarının tavırlarında görmüştü. Onlarla aynı anda duşa giremiyordu, çünkü önce beyazlar duş yapacak, sonra zenciler…

Luz Long ile Jessi Owens’ın maruz kaldıkları ayrımcılık aynıdır. Irk temelli siyasi bir tutuma maruz kalmışlardı.

Luz’un kendi ırkı tarafından, yaptığı sportmenlik tutumunun ihanet sayılması ile Owens’ın, siyah olarak üstün olmasındaki kızgınlık, sonuçta aynı hissiyatı yaratmıştır.

Hitlerin sonuçları ihanet sayarak stadı terk etmesi ile Qwens’ın Beyaz Saray’a davet edilmemesi ve hatta kendisi için yapılan törene arka kapıdan sokulmaya maruz bırakılması arasında hiçbir fark yoktur.

Bugün olsa, değişen sadece Owens’ın ön kapıdan girmesi olacaktı.

Irk temelli hasta ideolojinin Almanya’da değil ama ABD’de hala devam ederek, bir politik kod haline gelmesindeki tarihsel diyalektik kurgusu, bugün ABD’de yaşananları ırk ayrımcılığından çıkartıp, sınıfsal bir tepkinin ortaya konulmasına neden olmuştur.

Çünkü, dünya nüfusunun yüzde 10’u hariç herkes siyahtır.