Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

Gözümüz aydın!

 Gözümüz aydın!

Sonunda Bilal Erdoğan da BirGün ailesine katıldı!

Mahkeme zoruyla da olsa, son birkaç gündür gazetemizin değişik sayfalarında görüyoruz onu.

Kâh birinci sayfa manşetine, kâh bir yazarımızın köşesine, “Çağrılmayan Yakup” gibi kuruluveriyor Mahdum Bey!

Ne var ki, davetsiz konuğumuzun yazıları hep aynı başlığı taşıyor:

“Cevap ve Düzeltme Metni”…

Aslında düzelttiği bir şey yok!

Bir yandan gazetemizin haberlerini, yorumlarını “yalanlıyor”, bir yandan da aba altından sopa gösteriyor!

* * *

Hepimiz biliyoruz…

Bu ülkede “yandaş basın” var…

“Havuz medyası” var…

“İliştirilmiş gazeteciler” var…

“Alo Fatih”ler, “Alo Nermin”ler var!

Bilal’in avukatından öğreniyoruz ki, meğer bir de BirGün gibi “sözde gazeteler” varmış!

Dahası, “Ülke gündeminde siyasi iktidara karşı yürütülen kirli savaşta her yolu meşru sayan, yalan ve iftirada birbiri ile yarışan sözde gazetelerin iddiaları, yürüttükleri psikolojik savaşın bir parçası” imiş…

O yüzden de, gazetemize “tekzip” gönderen bu avukat, Erdoğan ailesinin tüm yasal haklarını “hızlı, eksiksiz ve etkin bir biçimde” kullanacakmış…

* * *

Hepsi bir yana da, İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nin karara bağladığı “tekzip metni”nin neden iki gün üst üste gazetede yer aldığını anlayabilmiş değilim.

16 ve 17 Temmuz’da yayımlanan iki metin de birbirinin aynısı.

Üstelik, ikisi de BirGün’ün 10 Mart 2014 tarihli manşetiyle ilgili.

Mahkeme, “Aynı tekzip metni iki gün üst üste gazetede yayımlanacak” diye bir karar mı vermiş?

Basın mevzuatımızda bizim bilmediğimiz böyle “ağırlaştırılmış” bir tekzip uygulaması mı var?

Yoksa, sayısını unuttuğumuz ve içeriklerini izleme olanağını yitirdiğimiz “torba yasa”lardan birine, bir gece yarısı böyle bir madde mi sokuşturuldu da haberimiz olmadı!

Durun, daha bitmedi!

Noktasına, virgülüne değin birbirinin kopyası olan bu sözde “Cevap ve Düzeltme Metni”, 16 ve 17 Temmuz tarihli BirGün’ün 1. ve 6. sayfalarını işgal etmekle kalmamış; ayrıca 17 Temmuz’da Hakan Demir’in 2. sayfadaki “Çay Ocağı”nın duvarına da “korsan bildiri” olarak asılmış!

Sözün özeti: Başbakan ve oğlunun avukatı, somut bilgilerden uzak, genel değerlendirmeler içeren siyasal bir metni, müvekkillerinin adının geçtiği her haber ve köşe yazısı için “tekzip” diye kullanmaya kalkmış...

Ne yazık ki, adı geçen mahkemenin yargıcı da, avukatın sunduğu “tıpkıçekim” (fotokopi) metinleri incelemeden gazeteye göndererek, Basın Yasası’nın sağladığı bir hakkın kötüye kullanılmasına aracılık etmiş…

* * *

Yeri gelmişken, şu “yanıt ve düzeltme hakkı”nın ülkemizdeki uygulanış biçimine biraz değinmek gerekiyor.

Düzeltme ve yanıt hakkı, kaynağını Anayasa’dan alan temel bir haktır ve basının çok duyarlı ve saygılı olması gereken bir alandır. Ama aynı zamanda kötüye kullanılmaya elverişli bir konudur.

“Düzeltme ve Cevap Hakkı”, 5187 sayılı Basın Yasası’nın 14. maddesinde şöyle düzenlenmiştir. “Süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlal edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması halinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan düzeltme ve cevap yazısını; sorumlu müdür hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda, yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorundadır.”

Madde metninden de anlaşılacağı gibi, yanıt niteliğindeki yazılar, tümüyle düzeltme ve bilgilendirme amaçlı olmalı, yanıltıcı bilgi ve hakaret içermemelidir. Ayrıca, uzunluk olarak da haberin ya da yazının boyutlarını geçmemelidir.

Ama uygulama pek de böyle olmuyor. Yargıçlar, avukatların kaleme aldıkları düzeltme metinlerini çoğu zaman okuyup incelemeden, amaca uygunluğunu denetlemeden, otomatik biçimde yayımlatma yoluna gidiyorlar. Bu yüzden de yanıt ve düzeltme hakkı, üstelik yargı eliyle kötüye kullanılmış oluyor. Belki de bu yüzden, çoğu gazete ve dergi yöneticisi, para cezasını göze alarak mahkeme kararına uymamayı yeğliyorlar…

Yasa’da, “düzeltme hakkı”nın en geç iki ay içinde kullanılması öngörülmüş. Böyleyken, örneğin Cumhuriyet gazetesine, kimi haberleriyle ilgili olarak iki yıl sonra bile düzeltme yazıları gönderildiğini biliyoruz. Basın özgürlüğü açısından çarpıcı bir örnek olduğu için, bu olayın üzerinde biraz durmamızda yarar var.

30 Eylül 2010 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yer alan bir haberde;

• İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün İstihbarattan Sorumlu Müdür Yardımcısı Ali Fuat Yılmazer ile İstanbul İstihbarat Şube Müdürü Erol Demirhan’ın yasadışı telefon dinlemesi yaptığı,

• Gülen Cemaati’nin, Emniyet içinde örgütlenerek devleti teslim almaya çalıştığı ileri sürülmüştü.

Haber tümüyle doğruydu. Zaten sonraki gelişmeler de bunu kanıtladı.

Sözkonusu haberle ilgili “cevap ve düzeltme yazısı”, Cumhuriyet gazetesinde tam iki yıl sonra, 15 Ekim 2012’de mahkeme kararıyla yayımlandı.

Nasıl mı?

O sırada henüz “AKP-Cemaat ittifakı” yürürlükte olduğundan, Adalet Bakanlığı, Fethullah’çı iki polis şefini korumak için “Kanun yararına bozma” yetkisini kullandı ve Yargıtay’dan yasaya aykırı bir karar çıkartarak, yerel mahkemenin reddettiği “tekzip metni”ni Cumhuriyet gazetesinde yayımlattı!

Cumhuriyet’in 27 Mayıs 2010 tarihli sayısında, “BOTAŞ’a ihalede yolsuzluk suçlaması” başlığıyla çıkan habere ilişkin yalanlama da yine iki yıl sonra, gazetenin 17 Haziran 2012 günlü sayısında yer aldı. Elbette gene mahkeme zoruyla!

* * *

“Yanıt ve düzeltme hakkı”nın kötüye kullanılmasına yargı destek vermemelidir.

Tersi uygulamalar yaygınlaşırsa, hiçbir gazeteci eleştiri hakkını özgürce kullanamaz.

Bu da basın özgürlüğünün evrensel ilkelerinin çöpe atılması anlamına gelir.