Eylüle eğitim ayı demiştim, yine bir dolu sorunla geldi. En dayanılmazı ekonomik kısmı; Hakan, beş yıldır devam ettiği özel okuldan oğlu Özer’i alıp devlet okuluna kaydetti. Okula yeni başlayacak kızı Sude için alışveriş yapmaya gittiği AVM’de pos cihazı Cevriye’yi ‘bakiye yerersizliği’ nedeniyle uyardı. 2019-2020 Eğitim Öğretim Yılı Öğretmenler Odası Çay Fiyatı düzenlemesine sinirlenip “enflasyon yüzde 25’e dayanmış, sendikan yüzde 6.5’e razı olmuş, sen çaya yüzde elli zam yapıyorsun” diye tepki gösteren Ferit Hoca öğretmenler kurulunda müdürle tartıştı… (Neyse ki Bakan Selçuk’un tanıtımını Elmadağ’da yaptığı yeni öğretmenler odası oturma düzeni Ferit hocayı yatıştırdı!)

Okullar açılırken eğitimin diğer sorunlarına dikkat çeken hatta malumu ilan eden eğitim eleştirmenleri de çıkıyor ortaya. Kimileri, iktidar eleştirisi anlamına gelen sorunları dile getirmek için “otorite” bildikleri birinin ağzını kullansa da arada onlara da kulak vermek gerek. Doğru şeyleri kötü amaçlarına alet edenlere dikkat etmek kaydıyla. PISA direktörü de bunlardan biri...

Her öğretim yılı başında olduğu gibi yine bir koşu gidip PISA direktörü Andreas Schleicher’e sormuşlar “Türkiye PISA’da neden başarısız?” Schleicher dünyayı izliyor, kim ne yapıyor biliyor, karşılaştırıyor ve söyleyecek sözü çok. Özlü bir yanıt vermiş “Biliyorlar ama uygulayamıyorlar!”

PISA direktörünün Türkiye eğitim sistemiyle ilgili tespitleri, bu sorunun birinci elden tanığı medyamız tarafından gayet iyi bilinmekle birlikte bunu kendileri dile getirmiyor. Öyle olunca da sorunların çaresi olarak kendimizi değil, onu tespit edeni işaret etmiş oluyoruz.

“Yoksul öğrencilerin şansı kısıtlı”, “Eğitimin kalitesi, öğretmenin kalitesine bağlıdır” gibi yapısal çözüm gerektiren eğitim sorunlarını özetleyen tespitlerine rağmen direktörün köşeli çözüm önerisi yok. Türkiye kamuoyunu etkilediğinin farkında; buna rağmen iktidarı, toplumu arayışa sevk edecek eleştirilerinin dışında tutmaya özen gösteriyor. Mesela eğitim bakanlığının kimi uygulamalarını olumlarken olumsuz bulduğu uygulamalardan hiç söz etmiyor. Türkiye eğitim sistemi hakkında en çok konuşan kişi olarak OECD ülkeleri ile bizdeki din eğitimi uygulamasını karşılaştırmaktan özenle kaçınıyor.

PISA direktörü, iki yıl önce de “Öğrettikleriniz artık gereksiz” demiş ve bunu uyarıcı bir eleştiri olarak takdir etmiştik. Ne yazık ki sonraki söyleşisinde Vizyon Belgesi’ni reform olarak gördüğünü belirtmekten geri durmadı. Direktör Andreas Schleicher’in tüm tespit ve önerileri, alıcısı azalan iktidar politikalarına destek işlevi görüyor. Muhtemelen bunu bilerek yapıyor. Kitabının tanıtım etkinliğinde “Türkiye’de Milli Eğitim Bakanı olsaydınız ne yapardınız?” diye soran bir dinleyiciye “Bence sizin bakanınız da benim yapacağım şeyleri yaptı” lafın gelişine verilmiş yanıt olamaz.

Siyasi içerikten yoksun teknik eleştiriler, toplumu kargaşaya, onları eğitim satın almaya sevk ediyor. Dışarıdan gelen bu tür eleştirileri “işimize karışmayın” diyerek reddetmiyoruz. Türkiye OECD’nin üyesi ve üyesi olduğumuz kuruluşun yöneticisi, Türkiye hakkında pekala fikir yürütebilir. Burada bir sorun yok. Sorun, eğitimin kalitesini öğretmenin “kalitesine” bağlayan, öğrettiklerimizi arkaik bulan direktörün, çözüm olarak bize eğitimi cemaat/tarikat vakıflarına teslim eden mevcut iktidarı ve onun bakanını sunuyor olmasında.

Diyeceğim Andreas Schleicher PISA’nın direktörü değil; o, basbayağı bir politikacı. Yoksa eğitimin, bildiğini uygulamak olduğunu, bilip de uygulayamamanın ise özgürlük meselesi olduğunu bilmez mi! Öğrencilerimiz bildiğini uygulayamıyorsa burada bir ifade sorunu var demektir. Yoksa bir insan bildiğini neden uygulamaz veya uygulayamaz? Kuşkusuz kendini ifade edemediği içindir. O halde direktörün, eleştirisini, öğrencilerin kendini ifade edebilmesine izin vermeyen iktidara yöneltmesi gerekmez mi?