Ya bulunacak, ya açılacak… Yukarıdaki başlığın arkasını böyle getirmek gerek. Hannibal’ın Roma yolunda generallerine dediği gibi: “Ya bir yol bulacağız, ya bir yol yapacağız.” Başlığı da yazıyı da Murat Yetkin’e borçluyum. Geçende medyanın halini değerlendirdiği röportajda, gazeteciliğin bir “geçiş dönemi”nde olduğunu söylemiş ve “Nereye doğru evrileceği henüz kestirilemeyen bu geçiş dönemi, yeni engeller olduğu kadar […]

Ya bulunacak, ya açılacak… Yukarıdaki başlığın arkasını böyle getirmek gerek. Hannibal’ın Roma yolunda generallerine dediği gibi: “Ya bir yol bulacağız, ya bir yol yapacağız.”

Başlığı da yazıyı da Murat Yetkin’e borçluyum. Geçende medyanın halini değerlendirdiği röportajda, gazeteciliğin bir “geçiş dönemi”nde olduğunu söylemiş ve “Nereye doğru evrileceği henüz kestirilemeyen bu geçiş dönemi, yeni engeller olduğu kadar yeni imkânlar da getiriyor. Mesele enseyi karartmadan o yeni imkânları bulup çıkarmak, yeni yollar açmak. Kartacalı Hannibal’ın Roma yolunda generallerine dediği gibi, ‘Ya bir yol bulacağız, ya bir yol açacağız’.” diye de eklemişti.

Uzun yıllar “ana akım” medyada yöneticilik yapan ve Demirörenlerin Doğan Grubu’nu almasıyla işsiz kalan Murat, “işsizlikte” fazla takılmayıp kendi sitesi “yetkinreport.com”da “bağımsız gazetecilik” yapmaya başladı.

“Öncelikle ‘ana akım’ diyebileceğimiz bir şey kalmadı ortada. Medyanın yüzde 90’ının sahipliği Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın yörüngesinde konumlanmış iş insanlarının elinde,” saptaması, yalnızca onu değil, yıllarını “ana akım” medyaya vermiş pek çok meslektaşımızı yeni yol arayışına zorladı.

Birkaç yıldır yeni iletişim teknolojilerinin olanaklarını kullanarak kendi yollarını açan çok sayıda meslektaşımıza en son katılanlardan biri de Hürriyet’te ombudsmanlığına ve işine son verilen Faruk Bildirici. Faruk da artık kendini çok daha bağımsız hissederek “farukbildirici.com”da medyanın bütününü değerlendirdiği “medya ombudsmanlığı” yapıyor.

Yeni yol bulmak ya da açmak denilen şey biraz da böyle bir şey belki.

Kartacalı komutan Hannibal’ın filler ve büyük bir ordu ile Alpler’i geçmesi mi daha zordu, yoksa biz gazetecilerin bugünlerdeki hali mi, bilemiyorum. 

Daha geçen hafta ardı ardına iki gazeteci öldüresiye dövüldü. Yeniçağ yazarı Yavuz Selim Demirağ’ı beyzbol sopalarıyla darp edenler serbest kaldılar. Antalya’da da İdris Akyol, çalıştığı Akdeniz’de Yeni Yüzyıl Gazetesi önünde başından ve göğsünden yaralandı. Saldırganlar kayıp! 

İşten atmak, hapse tıkmak, öldüresiye dövmek… Bunlar da durdurmadıysa gazeteciyi; savcılık kararıyla mesleki ekipmanlarınıza el konması var. Gazetecinin ekipmanı ne olacak; fotoğraf makinesi, bilgisayarı.   

Açlık grevindeki çocuklarının durumuna dikkat çekmek için eylem yapan anneleri takip ettikleri sırada gözaltına alınıp serbest bırakılan gazetecilerden Zeynep Kuray ve İrfan Tunçelik’in de ekipmanlarına el konuldu.

Bizim paralarımızla yayın yapan, yasasında tarafsız olması gerektiği yazan TRT’nin durumu malum; kamu hizmeti yayıncılığını bırakalı çok oldu. Çok seslilik bitti, sadece iktidarın sesi oldu.

Bu süreçte, TRT’de gerçek anlamda gazetecilik yapanlar pişmiş tavuktan beter muamelelerle darmadağın edildiler. Şimdi de 169 TRT çalışanı “ihtiyaç fazlası personel” denilerek dağıtılıyor! İktidar eliyle yaratılan kadro şişkinliğinin bedeli deneyimli yayıncı, spiker, teknisyen ve sanatçılara ödetiliyor.   

Medya ve gazetecilik her dönemde bir mücadele alanı oldu. Onun olması gerektiği gibi olması öncelikle vatandaşların ve işini “doğruyu söylemek” olarak gören gazetecilerin derdi. Bir yol bulunacaksa da bir yol yapılacaksa da; demokrasiyi dert edinenlerin, vatandaşların ve gazetecilerin birlikte mücadeleleriyle olacak.

Hannibal bir yoldan söz ederken tek başına değildi; yanında filleri ve muazzam bir ordusu vardı! Gazeteciler de bugünlerin krizinden bir fırsatı ancak birlikte yaratabilirler. Örgütlü mücadele olmadan, kendiliğinden ya da tek başına, hiçbir şeyin güzel olması mümkün değil. Ne bizim meslekte, ne de memlekette!