Norveç cuma günü yakın tarihin en büyük katliamlarından birine sahne oldu.

Norveç cuma günü yakın tarihin en büyük katliamlarından birine sahne oldu. Katliamın detayları kanı donduracak türden. Norveç’le birlikte Kıta Avrupası bütün “neden?” sorusuna cevaplar arıyor.

Bütün dünyayı yasa boğan Oslo ve Utoeya adasındaki katliamları kendisini muhafazakar, çokkültürlülüğe karşı milliyetçi bir Hıristiyan olarak tanımlayan 32 yaşındaki Brevik isimli aşırı sağcı iyi eğitimli biri tarafından işlense de, esasında bu cinayet elbirliğiyle işlenmiştir.

Breivik'in psiko-sosyal ruh hali üzerinden açıklanmaya çalışılan katliamın siyasi arka planının görmezden gelindiği görülüyor.

Lafı dolandırmaya hiç gerek yok.

Katliamın suç ortakları; Siyasal ve toplumsal iklimi yabancı düşmanı aşırı sağcı milliyetçi fikirlerle zehirleyen popülist politikacılardır.

Katliamın suç ortakları; İktidarlarını korumak adına aşırı sağcı parti ve gruplara işbirliğine gitmekten geri kalmayan, bu grupları el altından koruyup kollayan merkez sağ partilerdir.

Katliamın suç ortakları; Her ekonomik krizde, krizin faturasını yabancılara ve ülkede yaşayan göçmenlere çıkaran muhafazakar-liberal sağcı hükümetlerdir.

Katliamın suç ortakları; Bir arada yaşamı ifade eden çokkültürlülüğün (multi-kulti) iflasını ardı ardına ilan eden Angela Merkel’inden tutun da Nicolas Sarkozy ve David Cameron’a kadar iktidardaki sağcı liderlerdir. 

Suç ortakları bununla da bitmiyor. Avrupa’nın köşe bucaklarında yarattıkları cennet adalarını yabancılara kapatan refah şovenizmini pompalayan yerel yöneticilerin katliamdaki suçu görmezden gelinemez.

Medya katliamın ardındaki nedenlere eğilmek yerine her zamanki gibi olayı -katilin öldürmeye en güzel kızdan başladığı gibi- magazinselleştirmeye çalışsa da katliam bize uzun zamandır görmezlikten gelinen bir gerçekle daha tanıştırdı; Aşırı sağ gerçeğini.

Kıta Avrupası uzun zamandır aşırı sağ dalganın etkisi altında. Özellikle son on yıl içindeki kapitalist ekonomik krizle birlikte aşırı sağ dalga hızla yükselişe geçmiş durumda.

Macaristan’dan tutun da Avusturya’ya, Slovakya’dan Danimarka’ya, Fransa’dan İsveç’e kadar bilumum ülkede aşırı sağ partiler ya iktidarın küçük bir ortağı ya da muhalefetin önemli bir bileşeni konumunda.

Aşırı sağ dalganın hızlı yükselişi birçok lider tarafından görmezden gelindi. Bu dalga geniş kesimler tarafından kullanıldı, hala da kullanılıyor. Özellikle de popülist politikacılar ve işbirlikçi medya yabancı düşmanlığını kaşıyor.

Siyasal iktidarlar, popülist politikacılar ve onların güdümündeki medya eliyle ekilen nefret tohumlarının ürünü olan bu katliamdan kuşkusuz çıkarılması gereken çokça dersler var. Aşırı sağcı yabancı düşmanı milliyetçi fikirlerle beslenen bir düşünce ikliminin yol açtığı katliam yerli ve yabancı ırkçıların kulağına küpe olsun.

***

26 Temmuz Hareketi

26 Temmuz 1953’te yaklaşık yüz kişilik bir gerilla grubu Santiago kentindeki Moncada Kışlası’na saldırır. Birçoğu saldırıda hayatını kaybeder. Fidel ve Raúl Castro’nun da içinde bulunduğu az sayıda hayatta kalanlar ise kısa süre içinde yakalanır. Hepsi uzun süreli hapis cezalarına çarptırılır.

İki yıl sonra yoğun baskılar üzerine diktatör Batista Moncada baskıncılarını serbest bırakır. Castro kardeşler Meksika'ya sürgün edilir. Burada Arjantinli doktor Ernesto "Che" Guevara ile tanışılır. Meksika’da eğitilen grup Fidel önderliğinde Kasım 1956’’da Granma yatına binerek Küba’ya doğru yol alır.

Moncada saldırısı diktatör Batista hükümetinin 1 Ocak 1959'da devrilmesine yol açacak olan Küba devriminin başlangıcı olarak kabul edilir ve 26 Temmuz Hareketi (M 26) olarak adlandırılır.

***

Elisabeth Käsemann

Teoloji profesörü bir babanın kızı olan Elisabeth Käsemann bir Alman sosyalisti. Käsemann 60’ların sonunda öğrenci olarak Arjantin'e gider. Dönemin faşist cuntasına karşı aktif mücadele verir. İngiliz arkadaşı Diana Austin ile birlikte 8 Mart 1977'de gözaltına alınır. Binlerce kişinin işkenceden geçirildiği El Vesubio işkence merkezine atılır. 23 Mayıs 1977'de beraberindeki 15 arkadaşı ile birlikte kurşuna dizilir.

Ailesi ve arkadaşlarının 34 yıldır süren hukuk mücadelsi sonunda karşılığını buldu. 84 ve 81 yaşındaki iki işkenceci general Buenos Aires'ta ömür boyu hapse mahkum edildi. Aradan on yıllar geçse de darbecilere ceza yağdıran Arjantin bizim ileri demokrasi kahramanlarına ders olsun.