Google Play Store
App Store

Bu topraklar aşı konusunda tarihi başarılara sahip bir ülkeydi.

Eskiden öyleydi.

1721’de İngiltere Büyükelçisi’nin eşi Lady Mary Montagu, ülkesine gönderdiği mektupta İstanbul’daki kadınların, çiçek hastalığına karşı aşının öncüsü olan yöntemlerini anlatmıştı. İngiliz Cerrah Edward Jenner’ın yüz milyonlarca hayatı kurtaracak aşıyı 1775’te bulmasında bu bilgilerin de katkısı vardı.

Louis Pasteur, kuduz aşısı çalışmaları için devlet başkanlarından destek istediğinde 2. Abdülhamit 10 bin altın (İstanbul’da 180-200 ev parası) göndermiş, Osmanlı’dan üç asistan almasını istemişti.

Pasteur’ün çalışmalarına katılan Alexander Zoeros Paşa, Yarbay Dr. Hüseyin Remzi ve Yarbay Veteriner Hüseyin Hüsnü Bey, Fransa’dan kuduz mikrobu enjekte edilmiş kemik iliği ile döndü. 1887’de dünyanın üçüncü, doğunun ilk kuduz tedavi merkezini kurdular.

1892’de ilk çiçek aşısı üretim evi kuruldu. Tifo 1911’de, kolera, dizanteri ve veba aşıları 1913’te uygulanmaya başlandı.

Kurtuluş Savaşı sürerken aşı üretimi devam etmişti. İstanbul işgal altındayken aşı merkezi Eskişehir, ardından Kırşehir’e taşındı. Afyon’da ise çiçek aşısı üretimi sürmüştü.

Türkiye’de 1927’de verem, 1931’de tetanoz ve difteri aşıları üretildi. 1940 yılında kolera salgını için Çin’e aşı gönderilmişti.

Osmanlı ve ardından Türkiye Cumhuriyeti’nde aşı üretimi ve uygulanması devlet eliyle ücretsiz yapıldı. Türkiye yüzde 96 aşılama oranıyla dünyanın başarılı ülkeleri arasında yer aldı.

Ancak aşı üretiminde Türkiye son 25 yılda çökertildi. 1996’da difteri-boğmaca-tetanoz karma aşılarının, 1997’de verem aşısının üretimi sonlandırıldı.

100 yılı aşkın süre aşı üreten Türkiye, artık en basit aşılarda bile dışa bağımlı. Eskiden virütik aşılar hariç tüm aşıların üretilebildiği Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü de 2011’de kapatıldı.

Aşı üretmeyen bir ülke aşı üretenlere muhtaç olurdu.

Ve bugün öyle oldu.

Koronavirüs salgınında içler acısı halimiz.

80 yıl önce aşı gönderdiğimiz Çin’den gelecek aşıya mahkûm, her gün 250 insan ölürken çaresiz bekleyen bir ülkeyiz.

Biz beklerken…

Almanya’daki Türk kökenli iki bilim insanının buluşu Pfizer/BioNTech aşısı milyonlarca insana ulaştı.

Hatta Suudi Arabistan, Bahreyn, İsrail, Katar, Kuveyt, Umman, Meksika, Şili, Kosta Rika vatandaşlarına Pfizer/BioNTech aşısını günlerdir yapıyor. İsrail’de 1 milyon kişiye aşı yapıldı bile.

50 ülke, faz 3 aşamasını tamamlayan yani binlerce kişi üzerinde test edilmiş aşıları vatandaşlarına yapıyor.

Biz faz 3 aşaması tamamlanmamış Çin şirketi Sinovac’ın aşısı hakkındaki şaibelerde kıvranıyoruz:

‘65 yaş üstünde test edilmemiş, etkisi bilinmiyor.’

‘Sinovac, rüşvetten sabıkalı.’

‘Sadece Brezilya, Endonezya, Şili ve Singapur, Sinovac aşısı sipariş etmiş.’

Üstelik hâlâ gelmeyen BioNTech aşısının neye göre, kime yapılacağını da bilmiyoruz.

Rivayetler muhtelif…

Ve yöneticilerinin beceriksizliğinin sonucu:

MetroPOLL Araştırma Şirketi’nin ‘Koronavirüs aşısı geldiğinde yaptıracak mısınız’ sorusuna yüzde 48,5 ‘Hayır’ yanıtı verdi. ‘Evet’ diyenler yüzde 51,5 oldu.

Maalesef…

Bu oranlar, Türkiye’nin koronavirüs salgınına karşı korumasız kalacağını ortaya koyuyor. Hastalıkla mücadele için en az ülkenin yüzde 60’ının aşılanması gerekiyor. Bunun başarılmasına dair umut tükeniyor.

Elbette…

Bu vahim tablo 9 aylık salgında birikmiş güvensizliğin sonucu.

Nasıl güvensin insanlar?

Salgının ilk günlerinde 30 kuruşluk maskeler 5 TL’ye satıldı. Devlet halkına maske dağıtmayı beceremedi. Umreden dönenler ateş düşürücü verilip havalimanlarındaki kontrollerden geçirildi. Sağlık çalışanlarına test yapılamazken serçe parmağında Cumhurbaşkanlığı forsu olan Saray’ın iş insanı test kitiyle oyunlar oynayıp video çekmişti. Bu sırada AKP’li vekilin oğlu test kiti pazarlıyordu. Saray’daki camide davetiye ile salgında V.I.P cuma namazı kılındı bu ülkede.

Uçakla gelenlerin karantinaya götürüldüğü otobüsten torpilli bir kişi polis araçlarınca kaçırıldı.

CHP’li belediyelerin dayanışma için başlattığı kampanyalarda biriken paraya el konuldu. Bu sırada Cumhurbaşkanı halka IBAN numarası verip para istedi. Belediyelerin ekmek dağıtması yasaklandı, Adana Belediyesi’nin yaptığı sahra hastanesi mühürlendi. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, sokağa çıkma yasağını 2.5 saat önce ilan etti, pandemide izdihama neden oldu. İstifa edip saatler sonra kahraman olarak geri döndü. AKP’li vekil, yasakken oğluna binlerce kişilik yemekli düğün yaptı.

Magazin programlarında lüks yaşamlarını sergileyen Saray şarkıcılarına destek için Cumhurbaşkanlığı seyircisiz konserler organize etti. Salgında gelirini kaybetmiş halkın vergileri “Geçinemiyoruz” diyen Demet Akalın, Alişan, Ajda Pekkan, Yavuz Bingöl’ün arasında olduğu şarkıcılara dağıtıldı.

Ama en önemlisi.

‘Evde kal’ denilirken çalışmaya mahkûm emekçilerin ölüm sayıları gizlendi. Sağlık Bakanı, her gün kameralar karşısında kelimelerle oynayarak yalan söyledi. Türk Tabipleri Birliği gerçeği savunduğu için siyasilerin hedefi oldu. Büyük makam koltuklarında, sıkı koruma altında olan siyasiler, hastanelerde ölüm-kalım savaşı veren doktorları ‘hain’, ‘terörist’ diye suçladı.

Bu yalanlar öldürdü, öldürüyor ve öldürecek.

İnsan merak ediyor değil mi? Tüm bunların sorumlusu olanlar ne diyecek?

Erdoğan konuştu:

“Türkiye her alanda salgın sürecini başarıyla yöneten ülkelerin arasında yer alıyor.”