Türkiye’de yazılı anayasal düzeni işlevsizleştiren fiili hukuk uygulamaları, tahliye edilmesi yönündeki AYM kararlarına rağmen seçilmiş milletvekilini bile cezaevinde tutabiliyor.

“Kararlarına” diyorum çünkü ülkenin en üst yargı makamı, bir değil iki kez, TİP Hatay Milletvekili Can Atalay’ın hak ihlaline maruz bırakıldığı için cezaevinden çıkarılması gerektiğine hükmetti. Ama kıblesi Saray olanlar için ne gam! Nasıl olsa AYM’ye “Sen yüksek mahkemeysen Yargıtay da yüksek mahkeme” diyecek bir lideri ve AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulanacak bir Yargıtay’ı var ülkenin.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi de işte buna güvenerek, AYM’nin Can Atalay hakkındaki hak ihlali kararına ikinci kez uymama gücünü kendinde buldu ve dosyayı bir kez daha Yargıtay’a pasladı. Bu hukuk açısından o kadar büyük bir skandal ki Atalay’ın tahliye edilmesi görüşüne katılmayan AYM üyeleri bile, Atalay’ın tahliye edilmesi yönündeki kararın uygulanmasından başka yol olmadığını hatırlatan karara imzalarını koydu. Yani bu AYM üyeleri demiş oldular ki “Tamam, biz de ‘Can Atalay tahliye olsun’ demedik ama hukuk diye bir şey var, kendinize gelin”.

Türkiye bir alt-üst oluş süreci yaşıyor. Şahit olduğumuz yargısal davranış krizleri, hâlâ kurumsallaşma ve yerine yerleşme aşamasında olan “Türk tipi başkanlık sistemi”nin yarattığı yıkımın yansımaları. 2018’de idare tipi değişmiş olsa da devlet mekanizması henüz yeni rejime uygun bir yapıya ve işleyişe kavuşmuş değil. Eski sistemden gelen, yeni düzenin işleyişine engel teşkil eden kurumlar, bürokratik süreçler ve teamüller, iktidara ayak bağı oluyor.

Tek adam rejimi, otoritesini dengeleyecek siyasal enstrümanları nasıl devre dışı bıraktıysa, ideolojik olarak mahkûm ettiği kişi, parti, hareket ve hatta fikirlerin nefes almasını sağlayacak hukuksal zeminleri de ortadan kaldırmayı amaçlıyor. Dolayısıyla bugün, yeni rejimin kuruluş aşamasının ikinci bölümüyle karşı karşıyayız. Rejim, kuvvetler ayrılığının kırık dökük haldeki son sütunlarını da yerle bir etmek isterken, yürüttüğü operasyonu “milli yargı” diye ambalajlıyor. Zira “Saray yargısı” sloganı fazla cazibeli görünmeyebilirdi.

Bu bilgi henüz Resmi Gazete’de yayınlanmadı ama içinde olduğumuz ara dönemde, filli olarak Türkiye hukuk hiyerarşisinin tepesinde Anayasa’yı muhafaza etmekle görevli Anayasa Mahkemesi bulunmuyor. O mevkinin sahibi, düzene sadakati asli görev olarak içselleştiren her türden mahkeme... Hukuki kaos, buradan türüyor. Cübbe iliklemeyi olağan hale getiren ideolojik yaklaşım, hukuk sisteminin gündelik pratiğini belirliyor. En üst mahkeme “Hak ihlali var, tahliye edin” dese de yargının yeni rejimle homojenleşen kadroları, “Can Atalay darbecidir, hukuk ne derse desin onu bırakmayız” karşılığını veriyor.

Yeni rejimin kumanda merkezinde AKP ve MHP, yani Türkiye siyaset tarihinin iki başat sağ geleneği var: Siyasal İslam ve milliyetçilik. İki akım da on yıllardır Cumhuriyet’in ilerici birikimlerini silmek ve Türkiye’nin demokrasiyle olan zayıf bağlarını koparmak için büyük çaba harcadı. Kol kola girdikleri bu tarihsel dönemeçte hedeflerine daha önce hiç olmadığı kadar yakınlar. Onları tek bir güç durdurabilir: Tüm haksızlıklara ve hukuksuzluklara karşı sol değerler etrafında birleşmiş, hayatın her alanında örgütlü ve dinamik bir toplumsal muhalefet.

Herkese sağlıklı ve mutlu yıllar!