Şimdiye kadar yaptığı her belgesel ile olay yaratan Can Dündar’ın Atatürk’ü konu alan “Mustafa” filminin galası pazartesi akşamı Dolmabahçe Sarayı’nda yapıldı...

Şimdiye kadar yaptığı her belgesel ile olay yaratan Can Dündar’ın Atatürk’ü konu alan “Mustafa” filminin galası pazartesi akşamı Dolmabahçe Sarayı’nda yapıldı.

Dolmabahçe Sarayı Atatürk’ün hayata gözlerini yumduğu mekandı. Mustafa filminin seyirciyle buluştuğu ilk yer olması bu yüzden çok anlamlıydı.

Sanki bir yeniden doğuş!..

Can’ın “Mustafa”sını karşılamaya gelenler çok geniş bir yelpaze oluşturuyorlardı. Ünlü belgeselci  İZTV kurucusu  “Haberci” Coşkun Aral’dan ÖDP Genel Başkanı Ufuk Uras’a, genelkurmay eski başkanı Yaşar Büyükanıt’tan manken “Sivaslı Cindy” Tülin Şahin’e, TBMM Başkanı Köksal Toptan’dan sanatçı Metin Uca’ya, Abdi İpekçi’nin kızı Nükhet İpekçi İzet’ten şarkıcı Leman Sam’a uzanan renkli bir Türkiye portresi oluşmuştu.

Gala da gazeteciler de yabana atılmaz bir temsil kabiliyetine ulaşmışlardı. Milliyet’in abide isimlerinden TGC eski Başkanı Nail Güreli, köşe yazarları Serpil Yılmaz, Derya Sazak, Güneri Civaoğlu, yazıişleri müdürü Tahir Özyurtsever, eski Milliyet’çi Ayça Atikoğlu, NTV’nin kreması Erman Yerdelen, Cem Aydın, Banu Güven, Kemal Can ve canlı yayın sihirbazı Lig TV’den Musa Çözen, Can Dündar’ın en özel gecesinde yanında oldular.

Gecenin sürpriz isimleriyse Atatürk’ün manevi kızı Ülkü Adatepe ile filmin müziklerini yapan Saraybosnalı olması nedeniyle “ben de Osmanlı sayılırım” diyen Goran Bregoviç idi. Bregoviç filmden önce kısa bir konser  verdi.

Ülkü hanım Mustafa filminde hiç adının geçmemesi nedeniyle biraz kırıktı. Ama Can Dündar, televizyon kameralarına yaptığı açıklamada onun gönlünü aldı:

-Bu tamamen Atatürk’e ait belgeler üzerinden gelişen bir çalışma olduğu için onları esas aldık. Elbette Ülkü hanımın önemi ve değeri yadsınamaz.

Gelelim filme…

Öncelikle bir belgeselin gişeli bir sinema filmi olarak vizyona giriyor olması bile başlı başına bir zaferdir. Üstelik bu Türkiye gibi belge ve bilginin fazlaca itibar görmediği bir ülkedeyse…

Can Dündar’ın kadife sesiyle anlatmaya başladığı Mustafa, Atatürk’ün ölüm döşeğindeki bir anımsama ile başlıyor. Dört mevsim bir arada tablosunun içinden tek başına  beyaz perdeye gelen küçük çocuk, büyük işleri başardıktan sonra yine aynı tablonun içinden yürüyüp gidiyor.

Can, bu şekilde Mustafa Kemal’in sonsuzluğunu (ölümsüzlüğünü)  gösteriyor.

Ama gazeteci Can Dündar ulaştığı belgeleri meslek ahlakı içinde son derece dürüst olarak okuyup,  Mustafa’nın bir ölümlü fani olduğunu da anlatıyor.

Şimdiye kadar bu tür çalışmalarda anlatılan iyilik meleği,  24 üzerinden yılda 365 gün hayırlı işler düşünen, kimseyi kırmayan, vefalı, şefkatli bir kurtarıcı melek portresi bu filmle değişiyor. Onun yerine yaşadığı dönemin bütün şartlarına uyum sağlayan, çağdaş bir liderin taşıyabileceği bütün özellikleri bünyesinde toplamış kararlı, kafasına koyduğunu yapan, bu yolda da kimseyi dinleyemeyen, yol arkadaşlarıyla köprüleri atan, ihtiraslı gerçek bir devrimci lider ekrana yansıtıyor.

Hayatı savaş alanlarında geçmiş, ateş altında büyümüş, şiddetin ortasında yeşermiş, Osmanlı İmparatorluğu gibi sarsılmaz bir devletin parçalanmasına tanık olmuş bir mareşalin başka türlü olması mümkün olabilir mi?

Can Dündar kendisinden her zaman “iyi şeyler” bekleyenleri bir kez daha yanıltmadı. Mustafa filmi Can’ın belgeselciliğinin taçlanmış bir örneği olarak sinemaseverlerin huzuruna çıkıyor..