Bu hafta cezaevindeki hasta mahpus Celalettin Can için yazacağım ama önce Perşembe günü yapılacak TTB davasına değinmem gerekiyor.

Hatırlarsınız; Şebnem Korur Fincancı’nın geçen yılın Ekim ayında verdiği malum röportaj sonrasında TTB Merkez Konseyi’nin görevden alınması için dava açılmıştı. Aslında 6023 sayılı TTB Kanununa göre davanın üç ay içinde sonuçlandırılması gerekiyordu ama aradan on üç ay geçtiği halde ne sonuçlandırıldı ne de düşürüldü.

Davanın altıncı duruşması için 10 Kasım günü gene Dışkapı Adliyesi’ndeydik. Gene küçücük bir mahkeme salonu, yine kısacık bir duruşma. Aslında duruşmada davanın seyrini değiştirecek ne bir belge, ne bir tanık ne de bir bilirkişi raporu girmedi dosyaya. Hatta TTB avukatları baştan beri uyardıkları halde Hâkim kimleri görevden alacağını bile şimdiye kadar sorup öğrenmemişti, bunun için ilgili yerlere yazmaya ancak karar verdi.

Yalnız başka ilginç bir şey oldu. Normalde avukatların taleplerinin aksine duruşmaları aylar sonraya atan Mahkeme, bu sefer tersini yaptı, 30 Kasım’a gün kesti. Mahkemenin 14-28 Mayıs seçimleri sonrası böyle hızlanması da doğal olarak akla davayı bir an önce bitirmeyi istediği ihtimalini getirdi.

∗∗∗

Şebnem’in uğradığı muamele zaten hukuksuzdu. Neticede o röportajda söylediği sözler doğru değilse devletin ilgili kurumları iddiaları yalanlar, kamuoyu da kime inanacağına karar verirdi. Bu yüzden bir insanın evini basmak, gözaltına almak, özgürlüğünden mahrum etmek niyeydi?

Sonra da Şebnem’in sözlerini bahane ederek meslek örgütünün yöneticilerini görevden almaya kalkmak ne oluyor? O yöneticileri siz seçmediniz. Hekimler seçti. Biz seçtik. TTB’yi kimin yöneteceğine biz karar veririz.

Çünkü TTB bizim meslek örgütümüzdür. TTB bizim meslek onurumuzdur. TTB bizim mesleki itibarımızdır. TTB bizim mesleki bağımsızlığımızdır. TTB bizim mesleki geleceğimizdir.

TTB’ye dokunma!

∗∗∗

Celalettin Can benim kırk beş yıllık arkadaşımdır, dostumdur. ABD emperyalizminin devrimci gençliğin mücadelesini bastırmak için üzerimize saldığı faşistlere karşı dişe diş mücadele ettiğimiz, onlarca arkadaşımızı toprağa verdiğimiz günlerden, biz hayatta kalanların toprağın altında yatanlara borcu olduğunu unutmayan kuşaktanız biz.

Yetmişli yıllardaki antifaşist mücadelenin bedelini en ağır ödettiklerinden oldu Celalettin. Hayatının 19 yıl 9 ayını oligarşinin zindanlarında geçirmesi yetmedi, 2018’de bu kez “battaniye göndermek suçu”ndan tekrar tutukladılar.

O da yetmedi, en son Özgür Gündem gazetesiyle dayanışma için bir günlük yayın yönetmenliğini gerekçe göstererek Silivri Cezaevi’ne gönderdiler. O günden bu yana da kötü muameleye maruz kalıyor Celalettin.

Daha infaz işlemleri için Çağlayan Adliyesi’ne gittiği 31 Ağustos’ta başladılar. Önce “Erken geldiniz, bekleyeceksiniz” diye hücreye koydular, sonra kendi gelip teslim olduğu ve cezaevine kendisi gidip teslim olacağını söylediği halde sırf intikam duygusuyla kelepçeleyip götürdüler doktor muayenesine ve Metris’e.

∗∗∗

İstanbul’un hengamesinden sık görüşemesek, telefon sohbetiyle yetinsek de eylemlerde karşılaşırız Celalettin’le. Her 1 Mayıs öncesi Kazancı Yokuşu’nun başında 78’liler Girişimi Sözcüsü olarak konuşmasını yapar sonra da pankartları, dövizleri, megafonu içine doldurduğu koca poşeti sırtlayıp ayrılır eylem yerinden.

Kırk beş yıl önce devrimci gençlik günlerimizde de yine böyle emekçi ve mütevazıydı. O yıllarda spor yaptığını da hatırlıyorum. Boyu ortalamaydı ama vücudu çoğumuzdan daha sağlam, daha sağlıklıydı.

Aradan geçen kırk beş yıl ve uzun hapislik hayatı çoğumuzdan daha fazla yordu bedenini. Doğal olarak bir dizi sağlık sorunu boy gösterdi; 2011’de kalpten çıkan ana damarın her an yırtılmasına yol açabilecek, tıpta “aort anevrizması” dediğimiz hastalık, 2018’de prostat kanseri tanısı, bir de ayak kırığı nedeniyle ameliyatlar oldu. Bu arada 2013’te bir mide kanaması da geçirdi.

Aynı zamanda kronik bronşit ve uykuda kalbin durmasına dahi yol açabilen uyku apnesinden de muzdarip Celalettin. Mutlaka kullanması gereken CPAP cihazı verilmediği gibi bunca hastalığına rağmen sabahın altısından akşamın altısına kadar aç, susuz bekletildiği Adli Tıp Kurumu’ndaki muayenesinden de bir sonuç çıkmadı.

O Adli Tıp Kurumu ki, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra AKP’li Kadir Topbaş’ın FETÖ’den tutuklanan damadı Ömer Faruk Kavurmacı’ya sırf uyku apnesi tanısıyla vermişti o raporu.

∗∗∗

Hakkında verilen 1 yıl 3 ay hapis cezasının infaz süresi 11 ay 25 gün olmasına, 2018 yılında yattığı 5 ay mahsup edildiğinde bir yılın altına düştüğü için denetimli serbestlikten yararlanıp serbest bırakılması gerekmesine rağmen “pişmanlığı olmadığı” gerekçesiyle o hakkını da kullandırtmıyorlar Celalettin’e.

Üstelik 29 Eylül’de cezaevinde rahatsızlandığını, başı dönüp kafasını ranzaya çarptığını, yere düştüğünü, bu koşullarda cezaevinde kalmasının hayati tehlike oluşturduğunu bile bile yapıyorlar bütün bunları.

Kısacası tam bir “düşman hukuku”, “rehine muamelesi” Celalettin’e yaptıkları.

Oysa düşmanlığın bile bir hukuku vardır.

Celalettin Can’ı bir an önce serbest bırakın!