Hikaye karmaşık görünüyor, ama aslında son derece basit: Clara ve Hector adlı orta yaşlı çift yeni bir eve taşınırlar. Yerleşme çalışmaları sırasında bir ara Hector dürbünüyle etraftaki ormanı...

Hikaye karmaşık görünüyor, ama aslında son derece basit: Clara ve Hector adlı orta yaşlı çift yeni bir eve taşınırlar. Yerleşme çalışmaları sırasında bir ara Hector dürbünüyle etraftaki ormanı incelerken bir genç kızın soyunduğunu görür. Daha iyi görebilmek –ya da neler olup bittiğini anlamak- için ormana gider ve  burada genç kızı bir kayaya çırılçıplak yaslanmış biçimde baygın yatarken bulur. Tam o sırada yüzü kanlı sargı bezleriyle sarılı bir adam, Hector’u bir makasla kolundan yaralar. Makaslı saldırgandan kaçan Hector, ormanlık alanda karşılaştığı ilginç bir laboratuvar binasında yaralı kolunu sardıktan sonra, farkına varmadan bir bilim insanının oyununa gelip bir zaman makinesine girer. Makineden çıktığında Hector, bir saat önceye dönmüştür. Artık dünyada iki Hector bulunmaktadır, biri elindeki dürbünle ormanı izlemekte, diğeriyse ormanı izleyeni izlemektedir. “Evimde ‘ben olmayan’ bir adam var!” diye düşünerek kendine ‘öteki’leşen Hector, diğer Hector’u ortadan kaldırıp bu karmaşayı kendince bitirmeye, böylece evine ve karısına dönmeye karar verir. O sırada bir kaza geçirir ve alnından yaralanır. Mecburen kolundaki sargı bezini çıkarıp yüzüne sarar. Sonra yolda, dürbünle gözetlediği genç kızı bisiklete binerken görür. Hector’a göre her şeyin eski haline dönebilmesi için kızın yolda değil ormanda olması gerektiğinden, onu ormanlık alana girmeye ikna eder. Bundan sonra, bir saat önce dürbünle bakarken gördüğü şeyleri uygulamaya başlar; ‘evdeki Hector’ dürbünle röntgenleyebilsin diye, zor kullanarak kızın soyunmasını sağlar, bu sırada yarı çıplak halde kaçmaya çalışırken bayılan kızı bir kayaya yaslar. Biraz sonra kızın yanına gelen ‘diğer Hector’un koluna makası saplar. ‘İkinci Hector’, kendisine saldıran makaslı ve yüzü sargılı adamdan korkuyla kaçarken ormanda bir laboratuvara rastlar. Sonra...

2007 tarihli İspanyol filmi “Los Chronoscrimenes/Zaman Suçları”nda anlatılan bu paradoksal hikayenin aslında hiç de zamanın doğasını tartışmak gibi bir derdi olmadığını anlamışsınızdır; yönetmen Nacho Vigalondo, izleyicisini ‘ben ve öteki’ kavramsallaştırması üzerinden varoluşsal bir tartışmaya sokabilmek için, insan eliyle yaratılan bir fasit daireyi sinematografik yolla yeniden çiziyor. Düz bir çizgide ilerlediğini varsaydığımız ‘dördüncü boyut’ta küçük bir takılma, zaman raylarında minicik bir makas değişikliği, ve artık sürekli kendi etrafında dönen, hiçbir yere ulaşmayan ve ulaştırmayan bir çember...

Bir de Türkiye gibi çemberler var. Bu çember ülkeyi tıpkı yukarıdaki filmsel örnekte olduğu gibi sürekli çevirip duran, hiçbir yere ulaşmamasını sağlayan ‘zaman makinesi’nin adı, milliyetçilik... MHK başkanı Oğuz Sarvan hakkında “Ermeni Oğuz’a Trabzonda soykırım!” gibi akıl almaz derecede alçakça bir sloganı atabilen Trabzonspor taraftarlarının, Ermenistan’la diyalog çağrısında bulunan cumhurbaşkanı için Ermeniliği yine bir küfür ve aşağılama nesnesine çevirerek “Cumhurbaşkanının anne tarafına bakın.” diyebilen çirkin insan Canan Arıtman’ın, “Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeniyiz” sloganındaki acıyı anlayamayacak kadar embesil milliyetçilerin, ‘özür diliyorum’ sözüyle özetlenmeye çalışılan basit ve samimi bir ‘kendimizle yüzleşme’ kampanyasını kavrayamayarak ‘ozurdileme.com’ adresiyle imza sitesi açan nefretten beyni erimişlerin çevirip durduğu bir varlık ve zaman çemberi bu...

Sırf bu çember yapısından kurtulabilmek, sırf kendime ‘öteki’leşmemek için özür dilemek, o kadar mı zor?... Naziler tarafından katledilen tüm Yahudilerden ve onların acısını çekerek yaşayanlardan, Ruanda’da 20. yüzyılın son soykırımını gerçekleştiren Hutular’ın öldürdüğü tüm Tutsilerden ve onların acısını çekerek yaşayanlardan, Yugoslavya’nın parçalanması savaşında tecavüz edilen, öldürülen tüm insanlardan ve bunun acısını yaşayanlardan, minicik bir çocuk olarak düşürüldüğü tehcir yollarında, Osmanlı askerleri tarafından öldürülen babasının cesedinin köpekler tarafından yendiğini gören ve o günden sonra köpeklerden nefret eden Garbis Hagopyan’dan, onun babasından, bu karanlık toprakların en direngen güvercini Hrant’tan, 1915 Büyük Felaketi’nin ve sonrasının kurbanı tüm Ermeniler’den, Ermeni çetelerinin acımasız bir intikam duygusuyla katlettiği tüm Anadolu insanlarından, en az diğerleri kadar embesil ve kör Ermeni milliyetçilerinin uyguladığı ASALA teröründe canı yanan herkesten, ulus-devletin kuruluş aşamasındaki çembere dahil olmadıkları için Dersim’de katledilen Kürtlerden, Diyarbakır Cezaevi’nin ne olduğunu öğrenmek zorunda kalan herkesten, diğer tüm milliyetçiler kadar embesil ve kör Kürt milliyetçilerinin uyguladığı PKK terörüyle canını ve sevdiklerini kaybeden herkesten... İnsanlık adına ve tüm insanlıktan, sırf insan olduğum için, özür diliyorum. İçinde ya da dışında değil, çemberin ta kendisi haline gelen bir ülkede yaşamak istemediğim için, özür diliyorum.

BirGün soruları

Manşetteki bir çerçeveden kurban bayramı kutlanıyor. Paskalya ve pesah gibi bayramlarda da kutlama mesajı görebilecek miyiz?

Çarşamba gününün TV sayfasında duyurulan CNNTürk/Taha Akyol programı “Ortak Acı:1915”in tanıtım metnini okuyacak bir editör yok muydu?