Özel bir bayram yemeği… Yolları farklı duraklarda kesişmiş, dostlukları eski yaklaşık 15 kişi… Yaş ortalaması 60’larda… Bir genç üniversite öğrencisi, üç üniversite hocası, bir emekli yargıç, 80 öncesinde MHP’de etkili iki eski politikacı… İki iş insanı… Kadınlı erkekli küçük dost topluluğu, siyasetten uzak (!) bir masada, esprilerle süsleyerek eski anılar arasında dolaşıyorlar. Ne kadar siyasetten uzak desem de konu dönüp dolaşıp siyasete, 3 hafta kalmış seçimlere geliyor.

Masanın geleneksel siyasal kimliğini, merkez sağ olarak tanımlamak mümkün. Belki iki ya da üçü CHP kökenlidir. Ancak an itibarıyla, eski MHP’liler dâhil, hepsi yönünü CHP’ye dönmüş, tek adam rejiminin değişmesini ve Kılıçdaroğlu’nun kazanmasını en sıkı CHP’liden daha sıkı destekliyorlar.

Şu uyarıyı yapmalıyım: Masayı geleneksel olarak merkez sağ ve milliyetçi muhafazakâr Türkiye’yi temsil edebilecek bir ortalama diye düşünmek hata olur. Masadan kendisinin dışında bir temsil çıkarmayın!

Eski MHP’li politikacı, Kılıçdaroğlu’nun kazanmasını öyle içten istiyor ki, “Yüzde 60’lık bir kitle kesinlikle Erdoğan karşıtıyken, Kılıçdaroğlu’nun çevresindekilerin hataları ve yanlış yönlendirmeleri nedeniyle işin zora girmesi”nden yakınıyor. “Her emekliye 15 milyon, depremde yıkılan ve hasar gören tüm konutları depremzedelere ücretsiz vermek olacak şey değil. Nasıl vereceksin? İnandırıcılığı yok ediyor.” 

Kılıçdaroğlu kesin de, parlamento için kime oy verileceği konusunda pek net değiller. Siyasete epey uzak bu masada bile, belli ki listeler ve adaylar kafaları karıştırmış. Üniversiteli genç “Ben TİP’e oy vereceğim” diyor. Emekli yargıç ve öğretim üyesi “Bizim bölgede aday göstermiyorlar” diyorlar, hani aday gösteriyor olsa onlar da düşünecek.

Daha keyifli bir buluşma ve kutlama için 15 Mayıs ve sonrasına işaret edilerek vedalaşılan yemeğin sonunda, bir gün önce bir taziye sırasında aktif CHP üyesinden de duyduğum şu cümleler uçuşuyor: “Vallahi korkuyorum. Bu bir şey yapar sonunda. Ortalığı karıştırır. Zaten ipuçları da göründü. Afganını, Suriyelisini, SADAT’ını, Hizbullah’ını sokaklara dökerlerse ne yaparız?

Bugünden sandıkların önümüze konulacağı 14 Mayıs’a kadar tam 19 gün kaldı. İktidar tüm geleneksel cephanesini cepheye sürdü. Camide miting ve seccade ile “affedersiniz” diyerek kullanamadığı Aleviliğe tersten sarılarak, topluma “bedava” gaz vererek (!), devletin imkânlarını hoyratça kullanarak, hem bakan hem aday olarak kampanyalar yaparak yürüyorlar.

Ve birbiri ardına gelen provokasyonlarla… Parti binalarına kurşunla, Kılıçdaroğlu konvoyuna tekmeyle, 23 Nisan kutlamalarına bıçakla saldıranlarla…

Başta anlattığım bayram yemeği masasından memleketin dört bir yanına baktığımda geride kalan 19 günde ne yapıp edip cesareti büyütmek gerektiğini görüyorum.

Cesaret, cesaret, cesaret…

Şimdi hepimizin sorumluluğu bu: Olabildiğince kalabalık, olabildiğince el ele ve omuz omuza, son derece sakin ve fakat en az o kadar da kararlı kendimizi göstermeliyiz.

Bu ülkenin namusluları da cesurdur. Hem de çok! Oylarının namus, özgürlüklerinin bedelsiz, adalet özlemlerinin sınırsız, demokrasi ve hukuk arayışlarının önlenemez olduğunu kanıtlamalarını hiçbir entrika engellemeyecek.

Adalet yıllardır demir parmaklıklar ardında tutulan Kavala ve Demirtaş için de, aylardır özgürlükleri gasp edilen Gezi tutukluları ve her itirazları ceza ile karşılanan kadınlar ve gençler için de gelecek…Vera bir sonraki bayramı babasıyla kutlayacak!

Yeter ki, kalan 19 günde bu inancı hiç yitirmeyelim. Dost meclislerinden kararlılığımızı büyütüp etrafa cesaret bulaştırarak kalkalım. Yeter ki, korkuları silecek kadar sokaklarda görünür olalım!