Kadıköy’de bir çay bahçesinde, az sonra gelecek hesabın "Bodrum Türkbükü’nde Bilmem Ne Beach’e eşdeğer büyüklükte olabileceği" korkusu ile çayımı yudumluyorum. 

Yan masada, bir kısmı 40’lı 50’li, bir kısmı benim yaşlarda (30’lu diyelim) bir grup insan oturmuş konuşuyorlar. Belli ki, bazıları yakındaki bir apartmanın sakinleri, bir kısmı da semtten tanışık. Seçim sonuçlarından ve "seçim sonuçlarının mukadder sonucu olan zam ve vergi kazıklarından" yakınıyorlar. 

Öfkeli insanlar. Sesleri çok yükseldiği için (aslında iyi bir şey, yükseltebilecek cesareti göstermeleri) kaçınılmaz olarak, biraz da gazeteci merakı ile kulak verdim. Muhabbet koyulaştıkça söz, kaçınılmaz olarak ve tabii memleketin en "vazgeçilmez sohbet konusu" olan "CaHaPe"ye geldi. 

O noktada aralarından biri yan masadaki beni (eyvah!) fark etti...

O klasik sahne, kim bilir kaç bininci kez tekrarlandı tabii ki:

Dizinin, "Ne diyorsunuz Zafer Bey? N’olucak bu partinin hali?" episoduna geçiverdik, zorunlu olarak. 

Sonrası mâlûm. 

Çarşamba gününün en flaş haberi olan «Gizli Zoom Toplantısı», o toplantının katılımcıları, o güne kadar partide olup bitenlerden hiç sorumlu olmayan(!), Lider’le birlikte onca yıldır, özellikle de seçim yenilgisine giden süreçte alınmış kararların hiç biriyle ilgili zerre kadar vebal taşımayan(!), hatta partiye adeta 29 Mayıs günü üye olmuş, önlerinde bir "yıkım ve enkaz tablosu" bulmuş, büyük bir hizmet aşkıyla "değişim ve onarım" talebini dile getiren "Büyük Kurtarıcı"nın etrafından toplanıp "Lider"i devirme operasyonuna girişen muhterem zevat... 

***

Öyle ya... Bu zevat (isimlerini hepiniz biliyorsunuz - dünkü mahut haberi açıp bakın, liste orada), yıllardır sanki hep geri planda kalmış, itilip kakılmış, hiç sözleri dinlenmemiş, Kemal Bey›in odasına bile girememiş, sürekli Lider›in kurullara sokmadığı, hep isimlerinin üzerini çizdiği insanlar... Değil mi? 

Şaka gibi... Değil mi? 

Bütün bunlar, tabii ki benim değil CHP’nin kendi iç sorunu. 

Bunları çözerler, çözemezler, parti şuraya ya da buraya doğru yol alır, Mart ‘24 seçimini kazanır ya da kaybederler, "Büyük Kurtarıcı" partiyi kurtarır kurtarmaz... Vesaire. 

Çay bahçesindeki masanın «hâzirun»u, benim de yan masadan sandalyeyi çekip, "zoraki" (istersen çekme) katılımımla bunları konuştuk uzunca bir süre. 

Bir aşamada olanca cesaretimi toplayıp, "Bir dakika!.." dedim...

"Neden, memleketin tek kurtuluş reçetesi olarak CHP’de şunun ya da bunun lider olmasını ya da on yıllardır, bırakınız kimin partili yöneteceğine daha tam olarak neyi temsil ettiğine bile tam olarak karar veremeyen bir siyasi hareket olarak düşünüyorsunuz?.."

Başka bir şeyler yapmak mümkün değil mi? 

Mesela; hem zalim iktidarın, halkın hem yaşam hakkına, ekmeğine, özgürlüklerine, Cumhuriyetimiz’in 100 yıllık varlıklarına kazanımlarına göz dikmiş bu ceberut iktidarın baskı rejimine karşı alternatif örgütlenmeler neden hiç aklınıza gelmez? 

Neden, çalışanlarımız (12 Eylül 1980’den beri bir türlü ayğaa kaldıramadığımız sendikal örgütlenmeyi) diriltmek için kolları sıvamaz?

Neden meslek örgütlerimize gerektiği gibi sahip çıkıp, onların hak mücadelesini daha yüksek sesle yükseltmeyiz? 

Neden akademi, kafasını kitabın, kürsünün altından biraz olsun kaldırıp, özgürlüklerine sahip çıkmaz? 

Neden (liseden başlayarak - 70’leri hatırla) öğrencilerimiz daha büyük bir cesaretle yeri göğü inletmez? 

Neden bu ülkenin bürokratları ve yargı mensupları bile ‘rejimin değil, kamunun (yani milletinin) hizmetkarı oldukları’ bilinci ile, kendisini robot ya da köle, (emir kulu) olarak görmekten vazgeçip, ezim ezim ezilen kitlelerin bir ferdi olduğu bilinci ile yasa dışı emir almayı ve uygulamayı reddedecek bilince evrilmez?..."

***

Liste daha da uzayabilirdi. 

Bu sıcakta, "hâzirun"u daha da bunaltmak istemedim. 

Neden "tek derdimiz ve hedefimiz" CHP’nin iç kavgasının nasıl sonuçlanacağı ve bunun da bir sonraki seçime nasıl etki edebileceği olmalıdır, anlamıyorum...

Yetmedi mi bu sarmalın içinde debelenip durduğunuz? 

Yetmedi mi, her seçimde "CHP lideri (sonradan ondan bağımsızmış(!) ve haberleri yokmuş(!) gibi davranıp tavır alan yakın kadroları) nasıl bir istikamet tayin edecek? Biz de onların peşinden nasıl gideceğiz?" diye kafa yorduğunuz? 

Bu ülke sadece CHP ile mi bâkî?

Ne olduğuna, kimliğine, programına, ilkelerine bir türlü karar veremeyen, vermeyi reddeden, "Kurultay üstüne kurultaylarda birlikte gelip, birlikte o koltuklara oturduğu Lider’e yıllarca biat edip, aldığı her kararı ölümüne alkışlayıp, tam yetki vererek yolladığı her pazarlığının altına imza atıp, ölümüne savunup, başarısızlıkta anında sırt çevirip, kendine zerre kadar suç aramadan, anında başka bir liderin etrafında sözde değişim palavrası ile Zoom Darbesi tiyatrolarına girişen" kadrolar, ne yapacak da bu ülkenin "makus talihi" değişecek? 

Biri bana anlatabilir mi? 

Kimse kusuruma bakmasın. 

Ülkenin mutlaka başka alternatifleri olmalı. 

Üstelik var da...

Bu kadar zalim bir rejim tarafından iliğine kemiğine kadar sömürülen ve ezilen bir toplumun "kılcal damarlarından" başlayacak bir "örgütlenme sürecinin" gerçek bir kurtuluş reçetesi olduğuna, bunun da orta ve uzun vadede ülkenin "müstakbel kurtarıcısı siyasi hareketleri" adam gibi siyaset yapmaya zorlayacağı gerçeğini kavramalıyız. 

Aksi takdirde evlerimizde TV karşısında, çay bahçelerinde, arkadaş sohbetlerinde "N’olucak abi (Zafer Bey?) bu CHP’nin hali böyle" dizisinin, kim bilir kaç bininci episodunu izler dururuz. 

Hayır!

Bunu reddetmeliyiz!