Havalar çeşitlenmiş, sözcükler çiçeklenmiş, gönüller yeşillenmiş, umutlar yeşermiş… İşte siz bu –miş’li uyakları sürdürürken bir de bakarsınız ki, Orhan Veli’nin sereserpe dediği gibi, yani “Birdenbire”, bahar gelmiiiiiişşşş! Hoş gelmiş, öyleyse safalar da getirir elbet! Bahar bu, şişede durduğu gibi, yoo şişe değildi, yazıda durduğu gibi durmaz, evde hiç durmaz, söz aramızda, elde de durmaz, zira […]

Çingene, bizzat…

Havalar çeşitlenmiş, sözcükler çiçeklenmiş, gönüller yeşillenmiş, umutlar yeşermiş… İşte siz bu –miş’li uyakları sürdürürken bir de bakarsınız ki, Orhan Veli’nin sereserpe dediği gibi, yani “Birdenbire”, bahar gelmiiiiiişşşş! Hoş gelmiş, öyleyse safalar da getirir elbet! Bahar bu, şişede durduğu gibi, yoo şişe değildi, yazıda durduğu gibi durmaz, evde hiç durmaz, söz aramızda, elde de durmaz, zira Onat Kutlar’ımızın nefes açıcı cümlesi gibi, Bahar İsyancıdır.

Bahar, cini şişeden çıkarır, insanı içinden çıkarır, insan içine çıkarır, karanlığı evden çıkarır, güneşe çıkarır, kötülerin, haksızların, zalimlerin ipliğini pazara çıkarır, inatçıdır, aydınlıktır, ışıklıdır, dürüsttür, muktedirleri çileden çıkarır, ve tabiatıyla sözcükleri de baştan çıkarır!

Ah bahar, sen nelere kaadirsin! Aşk olsun sana desem gülüp geçersin! “Bunlar eski laflar beyim!” dersin bir de! Ne de olsa “Bahar geldi beyim evde durulmaz/Bu mevsimde çemenzare doyulmaz” denmiştir, bestesi Şeyh Ethem Efendi’ye ait olan hüzzam şarkıda.

Bunlar eski laflar ama bir de yenileri var, Tuğrul Tanyol’un hiç unutmayacağım şiiri, bana ithaf ettiği için değil elbette, bahar gibi geldiği için: “Havalar ısınmış kim ipler töreni/İpini koparır gider bu bulut treni/Hey amca, sen unutma nutkunu/Biz dönünce dinleriz,/…/Ama belki de dönmeyiz.” Bunu bir “Tören” için yazmıştı Tuğrul, uzuuun süren bir kanlı tören için. O ‘amca’ nutuk atardı, her attığı nutuktan fırlayan korkunç sözcükler, eli kanlı harfler ve onların zehirli çengelleri, öldürücü noktaları birilerimizin bedenlerine, yüreklerine, ruhlarına çarpar, kırar, yaralar, öldürürdü. O ‘amca’ların karanlık törenleri bir ülkenin günbatımına dek sürdü, sürmekte. Tören nöbetini kaldığı yerden sürdürenler, karanlığı da yükselttiler, bir bayrak gibi yerden kaldırıp karanlığı dalgalandırdılar, dalgalandırmaktalar…

…Bahardan konuşuyorduk, öyleyse çingenelerden konuşuyorduk, öyleyse onların esmerliğinin karanlığa karşı en güzel renk olduğundan ve özgürlüğün rengi olduğundan ve bunun da bahar demek olduğundan da konuşuyorduk. Bunları dedikçe de aklımıza kim bilir kaçıncı kez Osman Cemal Kaygılı’nın güzel romanı Çingeneler (1939) geliyor, hani Sait Faik’in “muhakkak bir şaheserdir” dediği zengin kitap. Tabii Ahmet Haşim’in “Çingene” yazısıyla hatırlanması gerekiyor. 7 Mayıs 1928’de “İkdam” gazetesinde yayımlanmış bu yazı “Dün Bahar Bayramı idi.” diye başladığına göre, Hıdrellez’den söz ediyor. “Bayramların en tabiisi”nde Haşim, Kağıthane Deresine iner: “Benim Kağıthane’de aramağa gittiğim ne kuş, ne de çiçek idi; sırf çingene görmek ve zurna dinlemek iştiyakıyla, şu sonu gelmez akşam alacalığının kederine müstağrak olan iki dağ arasına gittim. Çingene, insanın tabiata en yakın kalan güzel bir cinsidir. Zannedilir ki, bu tunç yüzlü ve fağfur dişli kır sakinleri, beşeri şekle istihale etmiş birtakım neşeli yeşil ağaçlardır. Çingene, bizzat bahardır.”

Çingeneler, neşeli yeşil ağaçlar. Haşim’in rengarenk şiirinde nasıl akşam oluyor, gece nasıl doğuyor bilinmez ama, “Bir Günün Sonunda Arzu” şiirinin nakaratı sanki çingeneler oluyor. Hepimiz oluyoruz.

Hepimiz oluyoruz. Bedenimiz değilse de ruhumuz çingene oluyor, öyle oluyor ki bazen yine Tuğrul Tanyol gibi, “çingene ruhum dizginle artık atını” dediğimiz bile oluyor, oluyoruz. Bahar olmak istiyoruz, Haşim’in “yârin dudağından getirilmiş” dizesinin ucuna baharı konduruyoruz. Uçan ruhlara kelebek, arı, kuş, hatta uçan at, hepsi yetişmek ister. Yetişemez. Belki, şiir.

Bir bahar alfabesi yapalım ki baştanbaşa çingene olsun ya da bir çingene alfabesi yapalım, baştanbaşa bahar olsun! Hasan Hüseyin Korkmazgil’in “Yaprak döker bir yanımız/Bir yanımız bahar bahçe” deyişi boşuna mı, değil. Hep mi öyleydi, hep mi böyleydik, ki onlardan iyi bilecek değiliz ya ruhumuzun çeribaşı şairler, hem ruhumuzu beslemiş, hem birbirlerini desteklemiş hem de bol bol umut yedeklemişler. Şair dediğin, ne de olsa, dünü ya da günü için değil, yarını için var. Şairin yarını, bizim bugünümüz işte. O yüzden geleceği göremese bile düşlemiş olmalı ki, düşlemek görmekten öncedir, görmek de anlamaktan, günler gitgide kararmakta diyerek, bizim için bolca umut biriktirmişler. Gülten Akın’ın “İnce Kız”a dediği “Senin sular gibi umudun var”, Yok mu? Olmaz mı, “Bir umudum sende anlıyor musun?” diyeni, Ahmed Arif’i unutmak olurdu bu yoksa.

Ernst Bloch’un Umut İlkesi de bir bahar manifestosu gibidir. Öyle demez ama, ondan anladığım, umut bir şiirdir ve umudu olan herkes şairdir, zira ‘öngörücü tasavvur’dan söz eder, ki şiirin yaptığı da budur. Ütopyanın akrabasıdır umut ve ‘insan haysiyeti’dir. “Başka türlü bir şey benim istediğim” diyedir bir dizede, aslında pek çok şeyi söylüyorsa Can Yücel, öyleyse “Biz başka alem isteriz” ve “Başka bir dünya da mümkün” demektir!

Başka türlü bir şey, başka alem, ütopya, rüya, umut, şiir…İyi de hep geleceği mi göreceğiz rüyada, ütopyada, bugünü de görsek olmaz mı artık? Hem yaşasak hem görsek! Adına da bahar desek, hatta bizim dememize de gerek kalmasa, zaten onun adı, Turgut Uyar’ın, “senin adın bir mavi deftere yazıldı” dediği gibi ‘Büyük Gurbetçi’ye, Nazım Hikmet’e, aramıza, bahtımıza evvelden yazılmış olsa, yani o bizden evvel olsa, her şey bizden evvel olsa, doğa gibi, dünya gibi, üzüm gibi…

“Ne de olsa kışın sonu bahardır”, güzeldir, hastır, ama artık her şeyin başı da bahar olsun. Üstelik bu bahar olsun. Benimki de artık bencillik olsun! Bizimki de bencillik olsun, kendimizden, birbirimizden, dünyadan, sistemden, doğadan isteyelim, almadan da şurdan şuraya, yani güzden kışa gitmeyelim! Bahar diye tutturalım. Ne baharlar gördük, yine görürüz umudunu besleyelim, 68 Baharı, Prag Baharı, Baharların Baharı, Enseyi Karartmama Baharı. İlkini Turgut Uyar, Tomris Uyar, Edip Cansever’in başını çektiği, başka şairlerin de katıldığı “Dünya Ölmeme Günü”, bugünlerde yinelendi sanırım. Onu şairler yapıyor ama hep şairler bizden esinlenecek değil ya, biz de bu kez onlardan esinlenip, hiç ölmeyecekmişiz gibi, hatta dünyanın adını, İran’ın büyük şairi Sadi’nin yapıtının adıyla Baharistan’a çevirsek de… “Cennete dönse dünya!”

İşte böyle. “Bugün Pazar/Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar/Ve ben ömrümde ilk defa…” diye başlayan şiirini “Büyük Gurbetçi”mizin, bahara tamamlamanın, “Bugün Bahar” demenin tam zamanı. Bahardan ve umudumuzdan başka neyimiz var? Çingene, bizzat bahardır, umut, bizzat bahardır ve bahar bizzat bugündür! Öyleyse bugün bizzat çingene olalım, neşeli yeşil ağaçlar olalım! Fiyakayı bilmem ama, yarın 1 Nisan ve bizim bu kez neşemizden, keyfimizden geçilmesin! Nerede mi, nerede olacak çingene ruhlarımızın koşturduğu her yerde, “Bu memleket bizim” dediğimiz her yerde!