Her hafta bugün size masallarını, korkutucularını, hayaletlerini bıkmadan anlattığım, kırmızı dağını, tertemiz suyunu, yalnız kurdunu, gece öten baykuşunu bile övdüğüm, insanını hep yücelttiğim ülkemde geçen hafta bir kavga çıkmış.

Her hafta bugün size masallarını, korkutucularını, hayaletlerini bıkmadan anlattığım, kırmızı dağını, tertemiz suyunu, yalnız kurdunu, gece öten baykuşunu bile övdüğüm, insanını hep yücelttiğim ülkemde geçen hafta bir kavga çıkmış. Adına Mıste Sıliç derler bir eski zaman dervişinin, şifacılığıyla ünlü bir halk hekiminin doğduğu ve öldüğü, eski devir aşiretlerinin silahlarını bırakarak girdiği bu kadim köyde çıkan bu tuhaf kavga bir “duvar” yüzündenmiş. Hani İsrail’in Filistin sınırına ördüğü “duvar” var ya, ondan. Bizdeki adam, köydeki küçücük evinin yanına bir duvar örmek istemiş. Yerini “belli” etmek için. Eski zaman değil ki “cemaat” olsun, gerilim çıkmış, o tartışmaya, tartışma da kavgaya dönmüş. Gece ışıltılı bıçaklar, toprağa akan taze kan, hastanelikler ve hapishanelikler. Bizde olmaz, ama hayret olmuş. Mesellere geçmez, hiç kimselerce övülmez.

Eski bir zaman anlatıcısı “coğrafya kaderdir” demiş. Toprağında doyamıyorsan göç eder savrulur gidersin, başka bir ülke yurdun, adın “göçmen” olur. Dereler, ırmaklar ve kaynaklar serince akıyorsa bir bakmışsın HES’ler gelmiş, betonlar, duvarlar, candarmalar falan. Doğduğun gariban yerin altı doluysa ışıltılı madenlerle, kapkara yeraltı ırmağı gibi akıyorsa petrol, dev şirketler gelir dünyanın bir ucundan, deşer her yeri, hem belki savaşlar çıkar. Ortadoğu biraz bundan lanetliymiş. Coğrafya kriziymiş, kriz coğrafyasıymış. Kadermiş doğduğun yer.

Yves Lacoste, “coğrafya her şeyden önce savaş yapmaya yarar” derken biraz da “kaderi” betimlemiş. İsyanı da. Savaş gibi tiksindirici bir terimin coğrafya ile çok ilgisi varmış. Yüksek dağlarda, ovalarda, denizin altında petrol arayanlar hiç bitmezmiş, onlara karşı topraklarını savunanlar da. İklim, nehirler, bitki örtüsü, nüfus hareketlerini izleyenlerin belki de bir planı varmış. Partizan savaşlarının, dağlarda veya ormanlarda verilmesi bundanmış. Gerillaya karşı ormanların ve dağ köylerinin yakılması, insanların “düze” sürülmeleri de. Kurulan devasa barajlar, nüfusu mekânsal dağıtma da işte bundan, coğrafyacılıktan.

Harita coğrafi temsilin en üst şekliymiş. Kuşbakışı krokiler, kaç bin metrelik haritalar bundanmış. Abdülhamit geçen yüzyılın bu yıllarında Rum, Yahudi ve Ermeni mahallelerini gösteren haritayı İstanbul ahalisini denetimi altına almak için yapmış. Savaş filmlerinde bir haritanın başında toplanmış ve tepeleri almaya çalışan komutanlar en önemli sahneymiş. Coğrafya “huzursuzluğun”, savaşların sebebiymiş.

Geçen hafta o boşaltılmamış köyde, birkaç metrekare toprak için kavga çıkmadan çok evvel, kimse yaralamadan ve yaralanmadan yani, askeriye o köyün de içinde olduğu doğduğum yere dair bir rapor vermiş. Seksen dört sene evvelki bu raporda ilk olarak köylerin, mezraların, komların, kurumuş dere yataklarının ve kaynakların, çeşmelerin, kaç rakımlı tepelerin, sıradağların ve menfezlerin bilgisi varmış. O küçük eski köyün de. Haritalar ve krokiler eşliğinde. Otuz sekiz adını alacak o büyük yok edici harekâtta görevlendirilenler nerede su içer, nerede yatar, nerede kendini saklar, nereyi yakar, nereyi yıkar, hepsi bir güzel belli edilmiş. Coğrafya savaş yapmaya yaramış.

Coğrafya ta Amerika’da bile böyleymiş. Meksika’dan gelenler, Afrika kökenliler, rengi farklılar aslında bir kaderin de kurbanıymış. Krizin üstünden altı sene geçmesine rağmen iş arayan her altı Amerikalıdan biri iş bulamamış, yaklaşık sekiz milyon aileye evlerini terk etmeleri söylenmiş. Korunaklı özel sitelerinde yaşayanlara düşük gelirli işçilerce edilen hizmet biraz da böyleymiş. Bizde de “Suriyeliler” en düşük ücretlerle çalıştırılıyormuş. “Müslüman” patronlar Suriyeli kadınlar için “tecavüz odaları” kurmuş. Bu da coğrafyadanmış. “Suriyeli istemiyoruz” diye Adana’da, Maraş’ta yürüyenler de “coğrafyaya isyan” ediyormuş.

Üç yıl evvel, “Şam’daki Emevi camisinde Cuma namazı kılacağım” diyen bir Hitler artığının Şam ülkesinin içine ve dışına yaptığı yığınaklar, gönderdiği insansılar ve silahlar, çağırdığı ve bir daha ilgilenmediği her yana dağılmış aç, susuz, çıplak bir milyonu aşkın masum insan, Hitler artığının emrindekilerin kurduğu ve sınırlarını “Roma’ya kadar” ilân ettiği Hilafet Devleti de bir tür “yeni coğrafyacılık"mış. Bedeli ise hep sınırın ötesinde, Lazkiye’de, Musul’da, Rojava’da kafası kesilenler, sınırın bu yanında Maraş’ta, Adana Seyhan çarşısında korkutulanlar ve yoksullaşanlar ödermiş.