Türkiye Cumhuriyeti’nin en üst söz ve karar organında bütün mesai, demokrasinin ortadan kaldırılması üzerine yoğunlaşmış durumda…

Çoğunlukta olanlar azınlıkta kalanları, milli iradenin çatısından atmak istiyorlar.

Bunu da yasa değişikliğinden ziyade tekme-tokatla yapmayı tercih ediyorlar.

Madem ki biz çoğunluktayız, o zaman azınlıkta kalanları haklayabiliriz!

Meclis’te bir önceki döneme kadar çoğunluk partisi üyeleri parmaklarını kaldırırlardı. Şimdi vites büyüttüler:

-Yumruklarını kaldırıyorlar!

Sonra da azınlıkta olanların kafalarına indiriyorlar.

Meslek hayatlarının tamamına yakınını “Parlamento Muhabiri” olarak geçiren gazeteciler diyorlar ki:

-Böyle bir saldırganlığa tanık olmadık!

Anayasa Komisyonlarının çalışmalarına destek için görüşülecek konu hakkında bilgi-görgü-deneyim sahibi milletvekilleri de izleyici olarak salona girerler.

Pazartesi günü (2 Mayıs 2016) iktidar partisi, yakın dövüş sporlarında dereceleri olan temsilcilerini komisyona getirmişler. Anayasa Komisyonu dokunulmazlık konusunu görüşecek. Sen demir yumruklu, kara kuşaklı, uçan tekmeli temsilcilerinle geliyorsun.

Bu hazırlık o gün yaşanacakların habercisi değil mi?

Başbakan Ahmet Davutoğlu, parlamenter demokrasinin neresine sığacağı bilinmeyen durum için dövüşçü vekillerini selamlıyor:

-Destan yazdınız!

Eski Başbakan Tayyip Erdoğan da Gezi Parkı Direnişi sırasında silahsız, savunmasız gençlerin gözlerini oyan, ağır yaralayan ve öldüren çevik kuvvet polis birliklerini aynı şekilde takdir etmişti:

-Destan yazdınız!

Böylece AKP Meclis Grubu ile çevik kuvvet birlikleri arasında “paralellik” kurmuş oldu mevcut Başbakan…

İnşallah “destan yazma” meselesi bu kadarla kalır. Meclis Grubunu gaz fişekleri, biber gazı tüpleri, tazyikli su hortumları ve TOMA’larla takviye etmez!

Türk sağı her zaman çoğunluktan yana siyasi refleks gösterdiği için tarihlerinde övünecekleri bir direniş, başkaldırı, isyan bulunmuyor!

Eğer bu konuda nutuk çekmek ihtiyaçları olursa o zaman ödünç almak için direksiyonu sola kırıyorlar:

Ahh şu Diyarbakır Cezaevinin ağzı dili olsa da anlatsa..!

Pişkinlik katsayıları o kadar yüksek ki, ilerde lazım olursa yine aynı güzergâhtan geçebilirler:

-Ah kardeşlerim ah!.. Sizin seçtiğiniz vekiller, Meclisten tekme-tokat atılırken bu cehapeliler seslerini çıkartmadan izlediler!

Bozuk saatler günde iki kez doğru zamanı gösterdiklerinden, azımsanmayacak sayıda “saf-temiz” vatandaş da şöyle diyebilir:

-Hakikatten doğru söylüyor be!..

Eskiden Meclis’in üzerinde askerlerin gölgesi vardı. Bu yüzden de rejimin adı “Çok Darbeli Parlamenter Demokrasi” olarak anılıyordu.

Şimdi askerlerin gölgesi falan yok. Rejim sivilleşti. Ancak Meclis’e ve muhalif milletvekillerine olan öfkede bir azalma görülmüyor. Rejimin adı da farklılaştı:

-Çok yumruklu demokrasi!

******

ANKARA FİLM FESTİVALİ

Türkiye medyası ağırlıklı olarak nitelikten ziyade nicelikle meşgul olduğundan sanat zirvesi olarak kabul edilen festivallere pek ilgi göstermez. Hele bu etkinlik siyasetin merkezi Ankara’da oluyorsa…

Bu yıl 27. defa düzenlenen Ankara Film Festivali’nin bölüm başlıkları bile heyecan yaratıyor.

Çocukların Festivali-Büyüklere Yer Yok, Deneysel Faz, Bakış Makineleri, Gizli Sinema, Çocukluk Halleri, Kısa Sınır Tanımaz, Dokufest Seçkisi gibi ilgi çekici başlıklar yanında festivallerin omurgalarını oluşturan, yarışmalı bölümleri yazmıyorum.

Sadece şunu paylaşmak istiyorum. Ulusal Belgesel jüri üyesi olarak izlediğimiz ve izleyeceğimiz filmlerin büyük çoğunluğunu Türkiye’nin can alıcı sorunlarına büyük bir cesaretle eğilmiş çalışmalar oluşturuyor. Roboski’den Soma’ya, Diyarbakır’dan Sivas’a, Karadeniz dağlarından termik santrallara, boşalan köylerden savaşın çocuklarına kadar insanlığın her haline dönmüş dikkatli kameralar, yürekli çalışmalar bunlar… Yönetmenlerin büyük çoğunluğu çok genç sanatçılardan oluşuyor. İçlerinde Ankara Film Festivali başladığında doğmamış olanlar bile var.