İzmir Akdeniz Sinemaları Buluşması Henri Langlois ödülü, dünyadaki tüm haksızlıklara başkaldıran, faşizmin ve adaletsizliklerin her türüne meydan okuyan Costa-Gavras’ın.

Costa-Gavras’ın adalet arayışı

Costa’yla ilk karşılaşmam Akdeniz’de Sicilya’nın Kamarina kentindeki festivalde olmuştu. Yıl 1982, Costa-Gavras Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye’yi Yılmaz Güney’le ortaklaşa alalı henüz birkaç ay olmuş. Yılmaz’la birlikte festivale davet edilmişler. Heyecan içinde bekliyoruz. Gösterim günü Costa geldi. Kahvaltıda buluştuk; Türkiye’nin baskısıyla Yılmaz’ın İtalya’ya girişine izin verilmediğini öğrendik; “Paris’e geldiğinde buluşalım”la sonuçlanan sıcak bir söyleşi yaptık. Festival sonrası Paris’e gittiğimde, Türkiye’de Barış Davası’nın benim de içinde olduğum ikinci dosyası açılmış, bir süre orada beklememi öğütlemişti sevgili Turgut Kazan. Fransız Sinemateki’nde Costa’yı ziyaret ettiğimde, “Gel burada benimle çalış” demez mi? Aynı çağrıyı Yılmaz da yaptı (Fatoş tanıktır). Ama kabul etmedim; “İstanbul Film Festivali’ni başlattık; orada olmam lazım” diyerek… Üçüncü buluşmamız, yıllar sonra festivalin bir gösterimine katılmak için geldiği Atlas Sineması’nda oldu. Söyleşimizi tamamlayamadan arkadaşlar, Emek Sineması önündeki “Emek bizim” gösterisine çağırdılar. “Gidelim mi?” dedi. “Tabi” dedim. O günkü kadar hiç ıslanmamıştım! 

Bu yıl, 3. İzmir Uluslararası Akdeniz Sinemaları Buluşması’nın Onur Ödülü olan ‘Henri Langlois Ödülü’nü kime verelim diye düşündüğümüzde, ilk aklımıza gelen isim Costa-Gavras oldu. Nasıl olmasın. İzmirli Henri Langlois’nın kurduğu Fransız Sinemateki’nin başkanlığını yapan yönetmen bu ödülü en çok hak eden isimdi elbet. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in çağrı mektubuna verdiği yanıtta, ödül için teşekkür ediyor, İzmir’e gelmekten çok memnun olacağını söylüyordu. Ne var ki, festivale kısa bir süre kala, ofisinden gelen bir telefon, Gavras’ın rahatsızlanıp, hastaneye kaldırıldığını bildiriyordu. Bugün ameliyata girmesi olası. Yerine, Fransız Sinemateki’nin Uluslararası İlişkiler Direktörü Jean Christophe Mikhailoff’u gönderdi, ödülü alması için. Bu satırları okuduğunuzda, ödül Tunç Soyer tarafından Mikhailoff’a verilmiş olacak. Savina Yannatou’nun “Akdeniz Şarkıları” konseri öncesi.

NAZİLERDEN GÜNÜMÜZÜN FAŞİSTLERİNE

Usta yönetmen, kariyeri boyunca 25 filme imza attı. Filmografisindeki yapımların tümünün haksızlıklar karşısında direnen insanı yücelten yapımlar olduğunu görürüz. “Caniler Treni” adlı ilk uzun metrajlı filmindeki karakter tahlilleri, oyuncu yönetimindeki başarısı ve gerilim ögesini kullanmaktaki ustalığı ile dikkat çeken Gavras, bu filmin ardından II. Dünya Savaşı sırasında Nazilerin elinden tutsakları kurtarmak üzere yola çıkan Fransız direnişçilerin anlatan “13. Adam”ı çekti. Bu filmi, onu dünya çapında üne kavuşturan “Ölümsüz” (Z) izledi. Albaylar Cuntası’nın zulmü altındaki ülkesi Yunanistan’da muhalif bir politikacının faşist çetelerce öldürülmesini ve soruşturma sürecini anlatan film, Gavras’ın kariyerine damgasını vuran mücadeleci ruhun en güzel örneklerinden biriydi. Filmde başrolü, Costa-Gavras’ın pek çok filminde birlikte çalışacağı Yves Montand üstlenmişti. 
“Sıkı Yönetim”in hedef tahtasında gene faşizm vardı. Ama, bu kez Latin Amerika’dan bir öykü, Uruguay’da Tupamaro gerillaları tarafından kaçırılan bir Amerikalı ajanı anlatıyordu. Yönetmenin sevdiği iki türü, polisiye ve politik filmi buluşturan “Section Speciale”de, Dünya Savaşında Fransa’da bir Nazi subayının direnişçilerce öldürülmesinin ardından işbirlikçi Vichy hükümetinin adaleti hiçe sayan yargıçlarının suçsuz insanları mahkum etmesini anlatıyordu.  

LATİN AMERİKA'DAN FİLİSTİN'E

Gavras’ın adalet arayışı, Şili’deki faşist Pinochet darbesi sırasında kaybolan Amerikalı bir yazarın ailesi tarafından aranması sürecini konu alan “Kayıp” ve İsrailliler tarafından mülklerine el konulan Filistinlilerin davasını konu aldığı “Hanna K.” ile sürdü. “Missing”  Cannes Festivali’nde “Yol” ile Altın Palmiye’yi paylaşırken, Oscar’larda En İyi Uyarlama Senaryo Ödülünün sahibi oldu. Amerika’da çektiği ve bir FBI ajanının ırkçı bir cinayetini soruşturmasını konu alan “İhanet”, ertesi yıl Almanya’da çektiği ve kimliğini gizleyen eski bir Nazi’yi anlattığı “Müzik Kutusu”, Yahudilere yönelik katliamın boyutundan habersiz bir Nazi subayının gerçeklerle yüzleşmesini konu alan “Amin” (Amen)’de yakın tarihle hesaplaşmasını sürdürdü. “İtiraf”da, Stalin döneminde Sovyetlere göbekten bağlı Çekoslavakya hükümetinin ‘Troçkist avı’ndan payını alan bir partili Bakan yardımcısının dramatik öyküsünü anlattı.  

Costa-Gavras’ın politik temaları ele alan filmleri insan ruhunun gizemlerine yapılan birer yolculuktur. Karakterleri siyah-beyaz klişeler değildir. Politik çelişkilerin yanı sıra insani çelişkiler onun ilgi alnının merkezinde yer alır. Kadın-erkek ilişkilerinin gizemi de onun sevdiği temalar arasındadır. “Clair de Femme”da Romain Gary’nin romanından yola çıkarak bir rastlantı sonucu buluşan ve yazgıları kesişen iki gizemli karakterin dünyalarını büyük bir duyarlıkla anlatır. ‘Kayıp’ teması bu kez politik değil insani bir boyut içermektedir. “Conseil de famille”de ailesini geçindirebilmek için hırsızlık yapan bir adamı anlatan yönetmen, “Çılgın Şehir”de bir müzede bir gurup çocuğu rehin alan bir adamın öyküsünü anlatmak için etik sınırları zorlayan bir televizyon muhabirinin kişiliğinde medya dünyasının kirli çamaşırlarını ortaya dökerken gerilim ve mizah ögelerini ustalıkla dengeliyordu.

Costa-Gavras’ın güncel toplumsal-siyasal yaşamın çelişkilerini yansıtan filmleri arasında, ekonomik kriz nedeniyle işini kaybeden bir kimyagerin, yeni bir iş olanağında karşısına çıkan rakibini ortadan kaldırma serüvenini konu alan “Ölümcül Çözüm”, Amerikalılara satılması söz konusu olan bir Fransız yatırım bankasının hırslı yöneticisinin ayakta kalma çabalarını anlatan “Kapital” günümüzün ‘mafyalaşmış’ bankaların egemenliğindeki kapitalist sömürü düzenini sergilerken, “Odadaki Yetişkinler”de ekonomik kriz içindeki Yunanistan’da iktidara gelen Syriza partisinin AB’ye ve uluslararası sermayeye kafa tutma çabalarını, “Cennet Batıda” adlı filminde yoksul ülkesinden kaçıp, Avrupa’ya gitme hayali ile yanıp tutuşan bir gencin kişiliğinde göçmen sorununu ele aldı. Bu ciddi sorunlardan söz ederken mizah duygusunu hiç yitirmedi. Filmlerinin büyük çoğunluğu, dünyanın dört bir yanındaki insan hakları ihlalleri üzerinde odaklanan; ezilen, sömürülen halklardan yana tavrını tutarlılıkla sürdüren Costa Gavras, Fransız sinemasından çok sayıda yönetmenle birlikte “Unutulmasın” adlı omnibüs yapıma bir kısa filmle katıldı. Gerilim ögesini toplumsal sorunları aktarmak için ustalıkla kullanan yönetmen, tüm filmlerin politik olduğunu vurgulayarak “Politika yalnızca oy vermek değildir, ‘polis’le yani kentle ilişkinizde somutlaşır” der.

Meslek yaşamı boyunca Avrupa ve ABD’de farklı yapımcılarla,  Romain Gary, Jose Semprun gibi ünlü yazarlar, Mikis Teodorakis, Vangelis,  gibi usta müzisyenlerle, Mathieu Kassovitz’den Michael Londsdale’e, Jack Lemmon’dan John Travolta’ya, Dustin Hoffman’dan Gabriel Byrne’a, Johnny Hallyday’den Michel Piccoli’ye, Fanny Ardant’dan Jill Claybourgh’a, Irene Papas’dan Romy Schneider’e dünya sinemasının yıldız oyuncularıyla çalışan yönetmenin en büyük desteğinin yapımcı eşi Michelle-Ray Gavras olduğu unutulmamalı.

İyi ki varsın Costa… Dünyanın dört bir yanındaki haksızlıklara tarafsız kalamayacağımızı gösteren filmlerle geleceğe ışık tutuyor, genç yönetmenlere ilham kaynağı oluyorsun. Bir an önce sağlığına kavuşmanı bekliyoruz.