Google Play Store
App Store

Son 20 yılda ülke nüfusu yüzde 32 artarken, 65 yaş üstü nüfus yüzde 119 yükseldi. Yaşlanan nüfus, sosyal güvenlik sistemini giderek zorluyor.

Çözüm emekliye maaş vermemek mi?
Fotoğraf: Depo Photos

Cumhurbaşkanı 70 yaşında. Buradan hareketle “Erdoğan iktidarının son demlerini yaşıyoruz” demek yanlış olmaz. Daha doğru ifadeyle, Erdoğan bir 21 yıl daha kalmayacak başımızda. Belli ki, yaşadığı sürece iktidarda olacak ancak iktidarda olduğu sürece bu uzun vadeli endişeler de büyüyecek.

Kısa vadeli sorunlar etrafında didişip Türkiye’nin toplumsal düzeni, uzun vadeli sorunlar hakkında düşünemiyor. Sığınmacı-göçmen sorunu halk kesimlerinin öfkesi üzerinden ele alınıyor ancak konunun ciddiyetine yakışır bir projeksiyon yok. Keza deprem konusunda da aynı durumdayız. Malatya beşik gibi sallandıkça, İstanbullunun endişesi artıyor. Çare kentsel dönüşüm ama bunun maliyetini karşılamak kimsenin harcı değil. Tarım krizi bir başka uzun vadeli endişe kaynağı. Çiftçinin yaş ortalaması 50’nin üzerinde ve toplumsal düzenimiz genç çiftçileri kente yollamayı tercih ediyor.

Bu sorunların tümü, kısa vadeli didişmelerin yarattığı gürültüye kurban ediliyor. Fakat bir sorunumuz var ki, her geçen dakika, sorun daha da büyüyor. Türkiye demografisi giderek yaşlanıyor. Bunun sosyal güvenlik sisteminde yarattığı risk ise ulusal güvenlik krizi yaratabilecek kadar büyük.

HIZLA YAŞLANIYORUZ

Önce, yaşlanma sürecinin hızını tespit edelim. Bunun için etkili verilerden biri Türkiye’nin ortanca yaşı. Nüfusu en gençten en yaşlıya göre küçükten büyüğe dizince, orta noktanın yaşı Cumhuriyet kurulduğundan bu yana 30’un altındaydı. Hatta 1980’e kadar ortanca yaş yatay bir seyir izliyordu denebilir. Örneğin 1940’ta 19,6 olan ortanca yaş, 1980’de 19,9’du. Fakat 1980’den sonra ortanca yaşımız büyümeye başladı. 1990’a gelindiğinde ortanca yaşımız 22,2’ye, 2000’e gelindiğinde 25,8’e çıkıyor. Yani 1980’den 2000’e kadar geçen 20 yılda, ortanca yaşımız 6 artıyor. Fakat yine de o yıllar itibariyle ortanca yaşı 30’un altında olan genç bir ülkeyiz. Cumhuriyet tarihi boyunca ortanca yaşımız ilk kez 2012’de 30’un üzerine çıkıyor. 2020’de ise ortanca yaşımız 32,7’ye yükseliyor. 21’inci yüzyılın ilk 20 yılında ortanca yaşımız 7 daha artıyor. 2022 itibariyle ortanca yaşımız 33,5.

Ortanca yaş, sanki herkes 33,5 yaşındaymış gibi bir algıya neden olabilir. Hâlbuki yaşlandıkça, 65 yaş üstü bağımlı nüfusta da artışlar yaşanıyor. “Her 100 kişiden kaçı 65 yaşın üzerindedir” sorusu bu konuda tatmin edici cevaplar aramamızı sağlayabilir.

1980’de ülkemizde 65 yaşın üzerinde 2 milyon 113 bin kişi yaşıyormuş. 2000’de bu sayı 3 milyon 859 bine yükselmiş. Nüfus artış oranına paralel biçimde 65 yaş üstü nüfus da artmış. Fakat 2000’li yıllardan itibaren işler değişmeye başlamış. 2000’den bu yana nüfusumuz 64 milyondan 85 milyona çıkmış yani yüzde 32 artmış. Fakat 65 yaş üstü nüfusumuz 3 milyon 859 binden 8 milyon 451 bine yükselmiş. Nüfusumuz yüzde 32 artarken, 65 yaş üstü nüfus artış oranı yüzde 119.

20 yıllık perspektif, sorunun boyutunu kavramamıza yetmeyebilir. O halde son 5 ve 10 yıla bakalım. 2012’de nüfusumuzun yüzde 7,5’i 65 yaşın üzerinde. 2017 yılında bu oran yüzde 8,5’e yükseliyor. 2022’de ise aynı oran yüzde 9,9. Bu eğilimin devam etmemesi için hiçbir gerekçe yok. Artık kentlerde yaşıyoruz ve çok çocuk sahibi ailelerimiz yok.

YAŞLILARA BAKABİLECEK MİYİZ? 

Fakat yaşlanma sorunu sosyal güvenlik sistemine her geçen gün daha büyük stres yüklüyor. Sağlıklı çalışan bir sosyal güvenlik sisteminde her 4 çalışana 1 emekli düşmesi beklenir. 1980’e kadar bizdeki durum bu oranı karşılamasa da yakındır. 1990’larda emeklilik yaşının 40’a kadar düşmesiyle oran 2’nin altına düşer. Fakat özellikle 2000’lerden itibaren, istihdamdaki artış hızı emekli artış hızını karşılamıyor ve oran daha da düşüyor. 2000’den bu yana kaç çalışana bir emekli düşüyor sorusuna 2’den küçük yanıtlar veriyoruz. Başka bir ifadeyle, emeklilik yaşını 40’tan 65’e çıkardık ama çalışan başına düşen emekli sayısını düşüremedik. Özellikle son aylarda EYT’deki düzenleme ile oran iyice bozuluyor. 2022 Aralık ayında her 1,89 çalışana 1 emekli düşüyordu. Sadece 6 ayda bu sayı 1,69’a geriledi.

Bu konu neden önemli? Çünkü Türkiye’nin demografisindeki bu değişimi karşılayabilecek bir ekonomik yapısı yok. Ya yapı değişecek ya da yaşlılar giderek bir yük olarak görülecek. Erdoğan’ın vizyonu bu demografik soruna “3 çocuk yapın” tavsiyesinden öteye geçemiyor. Sorun giderek büyüdükçe, “o halde emekliye maaş vermeyelim” deniyor. Fakat her ikisi de soruna bir çözüm sunmuyor. Bugün her 10 kişiden biri 65 yaşın üzerinde. TÜİK’in nüfus projeksiyonlarına göre 2060’da her 4 kişiden biri 65 yaşın üzerinde olacak. Bu tabloya ne SGK dayanacak ne de Türkiye’nin işgücü yapısı bunu karşılayacak. Yaşlısına bakamayan Türkiye’de evsiz yaşlılar göreceğiz. Daha fazla huzurevine ihtiyacımız olacak ya da 70-80 yaşındaki insanlar da çalışmak zorunda kalacak.

Demografideki bu değişimi durdurmak mümkün değil. Erdoğan’ın 3 çocuk yapın tavsiyesiyle gençleşmeyeceğimiz de açık. Geçmişte benzer sorunu yaşayınca emeklilik yaşını artırırdık. Fakat emeklilik yaşının daha da artmayacağı bir durumdayız. O halde çare, 15-64 yaş arasındaki nüfusun istihdam oranını artırmaktan geçiyor. Ancak bunun için de Türkiye ekonomisinin yapısının tümüyle değişmesi gerekiyor. Fakat didişmekten, uzun vadeli sorunlarımızı konuşmaya fırsat bulabilmiş değiliz.

***

VENEZUELA ALTINLARINI KİM İŞLEDİ?

BirGün Gazetesi’nde 10 Ağustos’ta yayımlanan “Finans Sermayesine Çorum Mührü” başlıklı yazıda, Ahlatçı Holding’in son 5 yıldaki hikayesine odaklanmıştık. Bu hikâyenin temelinde Venezuela ile altın ticareti yatıyordu. Bu ülkeden işlenmek üzere ithal edilen altın miktarı 2018’den sonra katlanmış, Cumhurbaşkanı Erdoğan da bu artışı teyit etmişti. Ahlatçı Holding’in patronu Ahmet Ahlatçı da hem Erdoğan’ın Venezuela gezisine eşlik etmiş hem de Venezuela lideri Maduro’nun yardımcısına Çorum’daki altın rafinerisini gezdirmişti. Yazının yayımlanmasının ardından şirketten bir telefon geldi. Şirketin iddiasına göre, Venezuela’dan gelen altınları Ahlatçı Kuyumculuk işlememişti. Ahlatçı’nın Venezuela altınlarını işlediği iddiası kanıta ihtiyaç duyuyor. Ahlatçı da bu iddiayı reddediyor. TÜİK’in verilerine göre Venezuela’dan işlenmek üzere gelen altın miktarı 2019’da 9 katına çıktı. Sonraki yıllarda da düşmedi. Bu miktarda altını işleme kapasitesine sahip şirket sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Bu altınları Ahlatçı işlemediyse geriye tek bir soru kalıyor. Venezuela altınlarını kim işledi?