1986 yılında biz lisedeydik. Varşova Paktı ayaktaydı. Gülünün Solduğu Akşam'ı okudum. Kitabın kapağını kapattım, gözümdeki yaşı sildim, devrimci oldum. Deniz Gezmiş hayatını neye adadıysa ben de onun için yaşayacak ve savaşacaktım. O kitabı okuduktan sonra başladım Cumhuriyet gazetesi okumaya. Deniz bu gazetede hep anılan gerçek bir halk kahramanıydı.

Bizim welat'ın orda bir 'kürsüler sokağı' vardır. O sokağın başında ise 'Rayver'in Kahvesi' bulunur. Çay o sokakta, Rayver'in kahvesinde içilirdi. 1986'da gözlerimle gördüm: Dudağında sigarası, önünde çayı, iki eliyle her iki sayfasını göğe yayarak Cumhuriyet okuyan bir adamı, ellerinde MAP silahlarla devriye gezen iki üniformalı polis 'sen' diyerek seri bir el işaretiyle kürsüsünden kaldırdı, adam kalkar kalkmaz tokadı suratına bastı. Kürsü devrildi, gazete uçtu, sıcacık çay yerlere saçıldı. 'Şırraak' sesini, polisin 'otur' komutu izledi. Adam, haylaz bir bir ilkokul talebesi gibi hemen kürsüyü düzeltti, yerine oturdu.

2 yıl sonra benim kuşak bir salgın hastalığa yakalanır gibi sosyalist oldu. O zamanlar üniversiteye gidilince sosyalist olunurdu. Liseli derslerini çalışacak, iyi bir okula yazılacaktı, henüz 'çocuk'tu, 'sorumlulukları' vardı. Neyse sosyalist harekete girdik, duvarlara badanacı işçiler gibi kalın uzun fırçalarla kırmızı yazılar yazdık, el yapımı teksir makinelerinden çıkma bildiriler dağıttık, kefen bezinden veya yurt odalarından çaldığımız beyaz çarşaflar ürünü pankartlar astık, sloganlar attık. Sosyalistliğin 'eylem pratiği', benim dahil olduğum cemaate buydu. Üniversite, kantin, Tuzluçayır, Mamak derken Cumhuriyet'i hiç bırakmadık.

Blok yıkıldı, insanlar Berlin duvarının önünde nedense hep muz yiyorlardı. 'Bu nasıl bir rejim' diye yazdılar gazeteler: 'İnsanlar bir muz bulamıyor?' Cumhuriyet elimizdeydi yine. Berlin'de olanları, 'muzun tadının nasıl olduğunu', koca Sovyetler'in çözülüşünü buradan okuyorduk. Sonra yenileri geldi, Gündem'i, Evrensel'i, Birgün'ü. Bunları da okuduk, dayanışma ve 'bizim asıl sesimiz' adına. Cumhuriyet yine okuduğumuz gazeteydi. En azından okunmaya değer yazarları vardı, onların yüzü suyu hürmetine.

Sosyalizmin yıkılışı, ideolojilerin bugünlerde Yemen'de patlayan bir bomba gibi havaya uçtuğunun ilanı, karamsarlık, başka gazeteleri de doğurdu. Doğan medyası bir sol gazeteyi çıkarıp önümüze lütuf gibi attı: Radikal. Bu gazetenin solculuk panaroması pek tuhaftı: Sayfalarında kapitalizm değil, sosyalizm eleştiriliyor, devletin baskı ve işkence aletleri, gizli ve kıyıcı örgütlerinden çok 'solun totaliterliği' 'köşe'lerinde ısıtılıyordu. Hafta sonu yayınladığı bir ek'i vardı ki, oraya yazan 'namlı sosyalistler'in kahir ekserisi sonradan, 2000'lerin başında sanki birer AKP ideoloğu, 2010'dan sonra ise 'yetmez ama evetçi' bir kasta döndüler. Tayyip Erdoğan'ın uçağına binenler, 'askeri vesayet' diye diye boğazını yırtanlar, AKP TV'lerinde, gazetelerinde yüksek telifli program yapanlardan meydan geçilmiyordu. Muhatapları ne fabrikaları için direnen TEKEL işçileri, ne yoksulluğun pençesindeki kent yoksullarıydı. Masalarına oturdukları, konferanslarına davet aldıkları, akredite edildikleri AKP'li bakanlar, milletvekilleri, İslamcı ve sol düşmanı kalemlerdi. Bu gazetenin başına en sonunda bir Fetullahçının atanışı ve gazetenin damla damla eriyerek bir 'sanal gazete' halini alışını hep birlikte izledik.

Bu 'ideoloji memuru' grubun işlevi bugün de devam ediyor. Ceplerini doldurma karşılığı hâlâ TV'lerde, biraz alçak sesle konuşsalar bile (meydan artık 'kullanışlı aptallar'dan 'milletvekili adayı' profesör kılıklı yayana ve anasını-babasını bile inkâr etmeyi seçmiş malum ötekinde), aralarında daha dün 'Kandil'e roman yazmaya gönderileni' bile var. Her insanın yüzünü kızartacak 'parayla roman', 'parayla deneme kitabı yazmak' gibi hele bir 'yazar' açısından 'kiralık' olduğunu kanıtlayan rezil ilişkileri sürüyor. Ne yapsınlar, onlar da 'ideoloji' satıyor, paraya bakarlar, 'patron' ne isterse onu yazarlar.

Bu arada memlekette 1923 Cumhuriyeti'nin 2023 Cumhuriyet'ine döndürülüşü projesi, Neo-Osmanlı adlı bir ucubenin tezgahlanması tüm hızıyla sürüyor. Bilal oğlan adlı yeniyetme faşistin açtığı imam okulları, kurduğu vakıf üniversiteleri, götürdüğü paralar 'Yeni Türkiye'nin 'Eğitim' pardon 'Şuur' bakanının bu çipil oğlan olduğunu gösterdi. Bu projenin engeli kabul edilen ordu kumpas davalarla tasfiye edildi, tek bir komutan çıkıp direnmedi, orduyu zamanında NATO kenseptine bağlayanlar şimdi 'Yeni Türkiye' konseptine zincirliyordu.

Neo-Osmanlı IŞİD'siz yaşayamazdı: Gulyabaniler Ordusu da bir kaç yılda peydahlandı. Tayyip Erdoğan ve suç örgütü, Artık Mısır'da Mursi'yi, Şam'da Mursi evlatlarını, Yemen'de Hadi'yi iktidarda görmek istiyor, Libya çöllerinde 'İslam Ordusu' peşinde koşuyor, TIR'larla, THY uçaklarıyla adamlarına silahlar ihraç ediyordu. Bu 'Yeni Cumhuriyet', Suriye'de Esad'ı, Yemen'de Husileri, Irak'ta Malik'iyi şeytan ilan ediyor, mezhebi bir çizgide 'değerli yalnızlık' diyordu. 'Yeni Türkiye' hızla radikalleşip IŞİD, El-Nusra, Boko Haram'ı yasal bir siyasal parti gibi desteklerken, 'Eski Cumhuriyet'ten geriye olumlu ne varsa yok edildiği de bir gerçek.

Tayyip Erdoğan ve çetesinin Türkiye ve Ortadoğu'da kurmaya çalıştığı rejime harç taşıyan, neo-liberal, sol ve devrim karşıtı kalemlerin bir bir Cumhuriyet'e gelişi, 'Cumhuriyet'in Radikalleşmesi' sürerken, ne yazık ki Fazıl Say'ın yazması zevahiri kurtarmıyor.

Lisedeyken okuduğumuz ve polis dayağından korktuğumuz için başka bir gazetenin içine sokarak taşıdığımız Cumhuriyet'te, 29 sene sonra 'görünen köy' kılavuz istemiyor.