Birinci Dünya Savaşı dahil kırk yılı savaşlarla, göçlerle, ihtilallerle, emperyalist işgalle, ulusal kurtuluş savaşıyla geçmiş, topraklarının büyük kısmını kaybetmiş Osmanlı bakiyesi bir ülke.

Açlık, yoksulluk, sefaletin pençesinde bir halk.

Tahmini 12 milyonluk nüfusun 6 milyonu sıtmalı, 3 milyonu trahomlu, 1 milyonu veremli, 250 bini frengili. Kolera, çiçek, veba, tifo, tifüs, cüzzam, kuduz, kıl kurdundan çengelli solucana her türlü barsak parazitinin tükettiği vücutlar.

Dünyaya gelen her üç çocuktan biri bir yaşını görmeden hayata gözlerini kapıyor.

Toplam 560 hekim, 554 sağlık memuru, 136 ebe, 69 hemşire, 4 eczacı, 78 devlet hastane ve dispanseri, 4.595 hasta yatağı.

Yeni Cumhuriyet İmparatorluktan devralınan hepi topu bu mirasla işe başlar.

∗∗∗

Cumhuriyetin ilk Sağlık Bakanı Dr. Refik Saydam’ın önceliği doktor sayısını arttırmak, numune hastaneleri açmak, ebe ve sağlık memuru yetiştirmek, merkez hıfzıssıhha müessesesi kurmak ve hıfzıssıhha mektebi açmak ve sıtma, trahom, verem, frengiyle mücadele etmektir.

Sıtma savaşı, trahom hastaneleri, verem sanatoryumları, frengi hastaneleri, 150 ilçede açılması hedeflenen 5-10 yataklı tedavi evleri, protokoldeki yeri kaymakamdan hemen sonra gelen hükümet tabiplikleri…

On beş yıl sonra “sağlık ordusu”nun 1.497 doktor, 1.391 sağlık memuru, 486 ebe, 356 hemşire, 137 eczacı sayısına ulaşması genç Cumhuriyet için gurur vericidir.

∗∗∗

“Dahiliye, hariciye, viladiye, emrazı sariye, kadın, erkek, çocuk, elli dokuz yataktı memleket hastanesi, fakat yetmiş ikiydi hasta sayısı. Yerde yatıyordu fazlalık ve ikişer hasta vardı bazı karyolalarda…”

Nazım Hikmet Memleketimden İnsan Manzaraları’nda mahkûm Halil’in göz ameliyatı olmak için gönderildiği memleket hastanesinin 1940’lardaki halini böyle tasvir eder. Cumhuriyetin kurulduğu yıldaki halleri ise çok daha perişandır.

Sağlık Bakanlığı Cumhuriyetin ilanının hemen ertesi yılı o dönem çoğu il özel idarelerine bağlı olan hastaneleri ıslah etmek için “numune” hastaneler kurmaya girişir. Ankara, Diyarbakır, Sivas, Erzurumlu sağlık Bakanı Recep Akdağ zamanında yıkılıp yerine “Numune Otoparkı” yapılan Erzurum Numune Hastaneleri böylece kurulur. Şimdilerde kapatılmış olan Ankara Numune Hastanesi aynı zamanda Türkiye’ye gelen yabancı devlet başkanlarının ziyarete götürüldüğü Cumhuriyet modernleşmesinin övünç kaynaklarındandır.

“Reisicumhurun himayesinde, Başvekilin riyasetinde” 1925’ten itibaren toplanmaya başlayan Milli Türk Tıp Kongrelerinde sadece tıbbi konular değil, memleketin bütün sağlık sorunları tartışılır ve alınan kararlar sağlık politikalarına yön verir.

∗∗∗

Cumhuriyetin devrimci coşkusunu yitirmeye başladığı 1940’lı yıllar ve ardından Demokrat Parti iktidarında sağlıktaki atılımlar da hız keser.

Prof. Dr. Fişek’in Sağlık Bakanlığı Müsteşarı olduğu 27 Mayıs döneminde çıkarılan “Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Kanunu” dünyadaki en çağdaş, en ileri örneklerdendir ama baştaki “sosyalizasyon” ifadesinin sosyalizmi çağrıştırdığı için “sosyalleştirme”ye dönüştürülmesi bile sonrasında gelen sağ iktidarları tatmin etmez ve benimsenmez.

Arkalarında hiçbir politik, idari destek bulamayan hekimler, sağlık çalışanları bin bir güçlük, imkansızlık içinde gene de köy köy, mahalle mahalle dolaşıp hizmet vermeye çalışsalar da sağlık ocakları çoktan kaderlerine terk edilmiştir.

∗∗∗

Bütün toplumun üzerinden silindir gibi geçen, emekçilerin bütün kazanımlarına saldıran 12 Eylül faşist darbesi sağlık hakkını da pas geçmez.

1961 Anayasasının 49. maddesinde “Devlet herkesin beden ve ruh sağlığı içerisinde yaşayabilmesini ve tıbbi bakım görmesini sağlamakla görevlidir” denirken…

1982 Anayasasının 56. maddesinde “Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içerisinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi arttırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler. Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal yardım kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir” yazılır…

“Kanunla genel sağlık sigortası konabilir” diye de eklenir.

Vatandaşlara sağlık hizmeti vermek artık devletin yükümlülüğü olmaktan çıkmıştır.

∗∗∗

12 Eylül ürünü Anavatan Partisi mesajı hızla alır ve sağlığı özelleştirmek için Dünya Bankası desteğinde işe girişir.

Sağlık harcamalarının finansmanı için genel bütçe yerine genel sağlık sigortası…

Sağlık ocaklarının yerine aile hekimliği…

Devlet hastanelerinin kâr-zarar hesabına göre çalışan işletmelere dönüştürülmesi…

“Her derde deva” özel sağlık sektörünün teşviki.

Ne ANAP, ne peşinden kurulan DYP-SHP, ANASOL-D, DSP-MHP-ANAP hükümetleri niyet etmelerine rağmen hayata geçiremeseler de…

Hıristiyanlıkta kıyamet alameti olacağına inanılan “Mahşerin Dört Atlısı” ortaya çıkmıştır bir kez.

∗∗∗

12 Eylül ürünü ANAP’ın başlattığını tamamlamak bir başka 12 Eylül ürünü AKP’ye nasip olur.

Nitekim AKP’nin en uzun süre görev yapan Sağlık Bakanı Recep Akdağ “Sağlık Reformu”nu tanıtırken yazar: “Bugün bir reformdan söz etmeyişimiz tamamen yeni bir görüş ortaya koymadığımızın bilincinde olduğumuz içindir.”

Hikâyenin devamını biliyorsunuz.

Yaklaşık altı bin sağlık ocağını 2010’da şuursuzca kapatıp 2020’de Covid-19 pandemisine elinde 26.476 Aile Hekimliği Birimi ve fakat SIFIR filyasyon ekibiyle hazırlıksız yakalanan Sağlık Bakanlığı…

Mahşer yerini andıran polikliniklerde doktorun kendisine ayırabildiği beş dakika içinde derdine derman bulmaya çalışan çaresiz insanlar…

Her türlü şiddetin zuhur ettiği, savaş meydanına dönüşmüş hastane acilleri…

Günlerdir telefonla randevu alamayıp hastaneye ancak “ex duhul” olarak ulaşabilen hastalar…

Zamanında bizzat Tayyip Erdoğan’ın ifadesiyle “Kazları bulduk, tüyleri yolalım” diyerek sermayelerine sermaye, kârlarına kâr katan özel hastane patronları…

Önümüzdeki yirmi beş senede bütçeye 142 milyar dolar yük getireceği hesaplanan hasta garantili şehir hastaneleri.

∗∗∗

Bugün Cumhuriyetin ikinci yüzyılının ilk günü.

Cumhuriyetin yüz yıllık sağlık politikalarının geldiği yeri özetleyecek olursak…

Hükümet tabipliklerinden aile hekimliklerine…

Memleket hastanelerinden şehir hastanelerine!

Ne yazık ki bugün ne Cumhuriyetten ne de Cumhuriyetin kamucu sağlık politikalarından geriye savunulacak bir şey kalmadı.

Şimdi devrimci, demokratik, laik, sosyal bir Cumhuriyet için; kamucu, toplumcu bir sağlık sistemi için her zamankinden daha fazla mücadele etme zamanı.