Cyle Larin ve yönetim problemi
Futbolculuk mesleği çok fazla şatafatlı görünse de kendi prensiplerinin yarattığı koşullar hayli zor ve yorucu olmasıyla beraber büyük emek sarf etmeyi de içinde saklar.
Futbolcu oynadığı 10-15 yıl süreli zaman diliminde para kazanır. Tabii bunun içinde ciddi sakatlıklar ve ağır sağlık sorunları olmamak şartıyla.
Özel hayatındaki tek düzeli yaşam, mesleki koşulların ondan beklediği zorunlu talepleri yerine getirme şartına bağlı olduğu için, hiçbir şekilde formuna ve sarf edeceği efora zarar vermemek gerekliliği onu hep baskı altında tutar. Buna disiplinde diyebiliriz…
Arkadaşlarıyla paylaştığı ortak duyguların ve takım olma kimliğinin yanında, rekabet koşulları çerçevesinde oynama ve istenilen olma mücadelesi, aynı zamanda kendisi ve takımı için başarının en öneli etkeni olur. Ve haklı olarak formda olduğu zaman diliminde, kazanabileceği en yüksek orandaki paraya sözleşme yaparak, mesleki süreç içerisindeki hedeflerini ve mesleki yaşam sonrası beklentilerini karşılaması gerekir.
Herkesin buna saygı göstermesi zorunludur. Eğer emek en yüce değerse…
Beşiktaş Spor Kulübündeki 20 yıllık değişimin yarattığı dezenformasyon, maalesef o emek değeri üzerindeki prensiplerini bertaraf ederek, aksine, tarihsel derinliğindeki kurumsal kimliğini terk ederek, bir azınlığın himayesinde mekanizma kurup tüm yönetim kriterlerini kişiselleştirdi. Halkın takımı Beşiktaş, başkan ve adamlarının takımına dönüştü. Eğer borç 4,4 milyar TL’ye geldiyse bunun başka bir açıklaması olamaz. Ne hikmetse?.. Kulübe ne kadar para girdisi olursa olsun hep ondan bir ya da on fazlası çıkıyor dışarıya. Futbol iktisat kurgusunun başka olmasının kulüp için en büyük dezavantajı; tüccar, müteahhit, arabulucu, tüpçü…vb tarzı esnaf mantığına sahip insanların bu iktisat kurgusunun içeriğini bilmeden başkan ve yönetici olmasıdır.
Bedelini kulüp ve taraftar ödemektedir. İşte Larin örneği… Verdiği emeğin karşılığını istemesi neredeyse onu hain konumuna getirecek bir taciz ile karşı karşıya bıraktı.
Ve tıpkı Abuobakar, Dorukhan gibi… Tek suçları; futbol hayatında elde ettikleri avantajlar sayesinde kalan süre zarfı içinde kazanabilecekleri en iyi parayı kulüpten talep etmek. Aboubakar ve Dorukhan’da bilinçli bir şekilde hedef gösterilerek yıpratılmaya çalışıldı ve gittiler.
Ve Larin dahil bu üç futbolcunun bonservisi tıpkı Burak ve Fatih Aksoy gibi kulüpte olmasına rağmen adeta serbest bırakıldılar. Sanki başkan, Fikret Orman dönemine ait her şeyi yok ederek kendi dönemini yaratmaya çalışıyor ki içinde iyi olan ne varsa heba ediliyor.
Başkan ne diyor: “Larin bizim verdiğimiz ücreti kabul ettiği takdirde el ele kol kola devam ederiz. Onun haricinde yolu açık olsun Dorukhan örneğinde olduğu gibi.” Hala Dorukhan için övünüyor!
Peki bu bonservisi Beşiktaş kulübünde olan futbolculara kapıyı gösterip, niye bir sene kulüpsüz kalmış ve top oynamamış Alex Teixeira’ya imza parası dahil 4 milyon Euro para verildi? Ve niye maç başı anlaşılmadı? Transferde bir prensip ve tutarlılık varsa niye burada da geçerli değil?
Maliyeti yüksek olan Adem Ljajic neden İtalya’da pazarı varken, mesela Mert Müldür ile takas yapılacak şekilde kullanılıp hem yerli kontenjandan yararlanılacak ve hem de bonservisi alınacak bir oyuncu kulübe kazandırılmadı? Ve üstelik Roiser’in parası da kulüp de kalacak şekilde.
Larin, geçen sene 19 gol ile takıma katkı yaparken, oynadığı mevki içindeki tüm sorumlulukları yerine getirmesinin yanında, arkasında oynayan bekin zaaflarını kapatarak onun oyuncu performansının da yükselmesini sağladı. Bu kolektif oyuncu anlayışının en iyi örneğidir. Evet, geldiği zaman dilimi ile şimdiki durumu arasında çok büyük fark var, ama bu fark Belçika’ya gitmesiyle ortaya çıktı ve bu bir değerdir. Ve her değerinde bir karşılığı olur.
Her bonservisi kulüpte olan oyuncuya kapıyı göstermek hangi yöneticilik donanımı içinde haklılık payına sahip olmaktadır? Eğer kulübün parası kıymetliyse; ya bonservisi ile iyi bir paraya satarsın oyuncuyu ya da ortak bir noktada buluşup anlaşma sağlanır. Niye kapı gösterilir bu oyunculara anlamak çok zor?